Bu yazı, üzerinden bir aydan fazla geçmiş bir seçimin geç kalmış değerlendirmesi değil. Daha çok ana akım muhalefetin liderliğini üstlenerek aracı kayalıklara süren Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin zavallılığına dair bir yazı. Bir çözüm stratejisi olarak da çok basit tek bir önerisi var: CHP yok edilmeli.
arete’deki diğer bazı yazılarımda* Gezi ile beraber toplumsal muhalefetin muhalif partilerle bilhassa ana akım muhalefetin başı olarak CHP ile ilişkisinin koptuğundan ve toplumsal muhalefetin kendisini yeniden üretmekte güçlük çektiğinden, siyaset arenasında ise CHP’nin meşruiyetini artık toplumsal muhalefetten değil de kendi iç oligarşisinden almaya başladığından söz etmiştim. CHP’nin anlamadığı ya da anlamak istemediği, otoriter rejimlere karşı halk desteğinin alınmadığı durumlarda “kazanma”nın imkânsız olduğudur. Halk desteğinden kast ettiğim insanların sandıklara gidip oy vermesinden çok daha öte bir toplumsal şuur ve tavır: insanları belirli bir amaç doğrultusunda bir araya getirebilecek sandık haricinde bir birliktelik bilinci. Aynı şekilde siyaset arenasında bir karşılık bulamayan toplumsal hareketler bilhassa Türkiye gibi ülkelerde öksüz kalmaya muhtaçlar. Gezi’de bir bakıma olan buydu. Diğer taraftan Kılıçdaroğlu’nun 2017’de başlattığı Adalet Yürüyüşü pek ses getirmediği gibi hiçbir işe de yaramadı. Kitlesellikten yoksundu çünkü.
Artık adını koymak gerekir ki Kemal Kılıçdaroğlu muhalefete ihanet etmiştir. Partisine iki kere İstanbul belediyesini kazandıran Ekrem İmamoğlu’nun mahkemesinin olduğu gün ülke sınırları içinde bile olmayan bir adamdan söz ediyoruz. “Gençlerin amcası Kılıçdaroğlu” istifa etmeyi aklına bile getirmediği gibi özeleştiri getirmekten de aciz olduğunu gösterdi. Üstelik aldığı oy oranıyla böbürlenip koltuğuna sımsıkı sarılması ayrı bir utanç kaynağı ama 70 küsür yaşında bu adamın belli ki utanacak hiçbir şeyi kalmamış bu hayatta. Kendi sinsi cumhurbaşkanlığı adaylığını dayatmak için kurduğu altılı masayı büyütüp “Gerekise onaltılı masa kuracağım” diye seçmenle dalga geçmesi de mizah anlayışının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Zira ittifakta CHP ile İYİP haricindeki diğer partiler Yeniden Refah kadar bile oy alamadıkları halde CHP’den de epey yağlı bir pay koparmayı başardılar.
Erdoğan ve partisi kritik bir eşikteydi. İlk defa kaybedebileceğinden söz ediliyordu ve muhalefet iyi bir ivme yakalamıştı. Kılıçdaroğlu hem masa stratejisiyle hem adaylık dayatmasıyla hem de süreci yönetemeyişiyle koskoca bir ülkenin kaderiyle milyonlarca yurttaşın geleceğiyle oynadı. Muharrem İnce seçim gecesi ortadan kaybolmuştu. Kılıçdaroğlu’nun performansı İnce’ninkinden birkaç saniye iyiydi. İlk turun sonunda diğer liderlerle menemen bardağı gibi dizilip kağıttan bir şeyler geveledi ve kayboldu. Günlerce sesi çıkmadı. Sonra “burdayım be burdayım” diye masaları yumruklamaya başladı. Şimdi de gemiyi limana sağ salim yanaştıracağından bahsediyor, yaşından da utanması yok.
Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin en kötü tarafı, ana akım muhalefeti temsil ettiği vechi ile insanları alternatifsiz bırakmasıdır. Kılıçdaroğlu’nun böbürlendiği oy oranını ona getiren de aynı alternatifsizlikti ama o bunun kendinden menkul bir kıymeti var ve bu kıymet sayesinde gerçekleştiğini zannediyor. Doğrusu Erdoğan öyle bir karşıtlığa sebep oldu ki zaten karşısında kim olsa o kadar oy alırdı şu vaziyette.
Bu alternatifsizlikten kurtulmak için de CHP’nin yok edilmesi gerekiyor. CHP’den bir an evvel kurtulmalıyız. Tasfiye edilmeli. Çünkü temsil edeceği hiçbir siyasi değer kalmadı. CHP, ona tabandan bağlı olan insanlar haricinde belirli bir kitleye de hitap etmiyor. Oy aldığı kitlenin büyük bir kısmı mutedil muhalif diyebileceğimiz, sol akıma (HDP-TİP) ya da sağ akıma (İYİP) katılmak istemeyen aşırı politizasyona uğramamış insanlar diye düşünüyorum. CHP, ona oy veren milyonları temsil dahi edemiyor ve büyük bir potansiyeli soğurup duruyor.
Peki en iyi senaryoda CHP nasıl yok edilebilir? İlk etapta aklıma gelen tek şey oy vermemek. Kılıçdaroğlu güdümündeki CHP, aldığı her oyda muhalif kitlenin ne kadar muhtaç olduğunu görüyor ve bu muhtaciyetten besleniyor. Şimdiden yerel seçimleri işaret eden söylemlere başladılar. Amaçları geçen ay yaşanan korkunç rezaleti örterek “bakın biz şimdiden hazırlıklara başladık” demek. Kılıçdaroğlu’nun kendisi yerine parlayan İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlarının arkasında durmayarak onları tuzağa düşürdüğü ve kaybetmelerini izlediği bir senaryo düşünmek zor değil.
Esasında kendisi üzerine bu kadar konuşmaya dahi değecek bir siyasetçi değil de, meseleyi kapatmadan bir şey daha söylemek istiyorum. Sosyal medyada belli bir kesim “Tek suç Kılıçdaroğlu’nun mu?” diye soruyor. Hayır, tabii ki de değil. Ama bir kimse düşünün. Çıkıp da “ben aday olacağım” demeye cesaret edemediği için aylarca muhalefeti oyalıyor. Masa kuruyor. Adaylık sorulduğunda “yıpranmasın diye açıklamıyoruz” diye adaydan üçüncü bir şahıs gibi bahsediyor ve sonra seçimlere üç ay kalmışken henüz aday meselesinin hiç gündeme gelmediği açıklanıyor. Seçime iki ay kala aday olduğunu açıklıyor ve onda bile kendisini merkeze koymaya cesaret edemiyor. “Beni masa aday gösterdi” diyor. Öyle bir anlatıyor ki, sanki masadaki diğer “liderler” paçasına ayağına yapışmışlar gibi, “n’olur aday olun sayın Kılıçdar Bey” dercesine. Böyle bir sahne gözünüzde canlanıyor gibi, değil mi? Sorumluluğa bu kadar talip olup da sorumluluk üzerine tesadüfen kalmış gibi yapan, adaylık için sinsi bir yılan gibi bu kadar takla atıp da adaylığının dahi arkasında duramayan bir adam ve onun partisinden başka alternatifi olmayan zavallı milyonlar.
Bir daha tekrar ediyorum, CHP yok edilmelidir.
*Siyaset Bilimcilerin Mektubu ve Altılı Masa’ya İtirazlar, Malum Adaylık Üzerine, Gezi’den Sonra: Toplumsallığın Yitimi.