Deprem felaketine uyandığımız 6 Şubat 2023 gününün ilerleyen saatlerinde bölgeden haberler ulaşmaya başlayınca fark ettiğimiz ilk şeylerden biri, depremin en çok etkilediği illerden olan Hatay’a arama kurtarma ekiplerinin ulaşmakta güçlük çektiğiydi. Bunda Hatay’ın coğrafi konumundan dolayı kara yoluyla yalnızca kuzeyden ulaşılabiliyor olması ve kuzeydeki illerin de deprem bölgesi olması ana etmenlerden biriydi şüphesiz. Ancak Hatay AFAD binasının yıkılmış olması, kentteki havalimanının pistinin uçuşları engelleyecek derecede hasar görmesi ve İskenderun Limanı’nda çıkan yangın kenti olduğundan daha da izole bırakmıştı. Bütün bu koşullar birleştiğinde kente kara, hava ve deniz yolundan ulaşım, üstelik afet sonrası müdahalenin en kritik olduğu saatlerde, imkansıza yakındı.
Zamana karşı bir yarışın ortasında bireysel olarak ne yapabiliriz diye kafa yorarken sosyal medya üzerinden yapılan yardım çağrılarını derleme fikrini olgunlaştırdık. Buna göre birinci ağızdan tanıklıkla yahut görsellerle teyit edebildiğimiz enkaz adreslerini hem bir liste üzerinde toplamaya, hem bir harita üzerinde işaretlemeye başladık. Yapılan ilk çalışmalarda 1200 yıkılan bina tespit edildiğinde biz de 250 binayı olabildiğince detaylı adresleri, mümkün olduğunda tarif bilgileri ve konumlarıyla haritamıza işaretlemiştik.
Sonrasında bu haritanın işlevsel hale dönüştürülmesi aşaması geliyordu. Çeşitli bağlantılar kurarak bu haritayı bölgede görevli ya da gönüllü olarak arama kurtarma faaliyeti yürüten ekiplere iletmeyi başardık. Amacımız çeşitli engeller sebebiyle kente ulaşılamaması sebebiyle kaybedilen süreyi telafi etmek ve enkaz tespitini hızlandırmak, böylece ekiplerin enkaz noktalarına daha hızlı ulaşmasına katkı sunmaktı.
Arama ve kurtarma ekiplerinin eline geçmesiyle haritamız ve listemiz bu sayede işlevini tamamlamış görünüyordu. Ta ki Twitter’da önümüze 2006’da yayımlanan Antakya zemin yapısı ve deprem etkilerine yönelik bir bilimsel çalışma ile bizim haritamızı yan yana koyarak karşılaştıran bir tweet düşene dek. Bu iki haritadaki benzerlik çarpıcıydı, zira çıplak gözle dahi açıkça görülebileceği üzere yıkılan binaların büyük bir bölümü “en zayıf” ya da “zayıf” olarak sınıflandırılan zeminler üzerine inşa edilmişti.
Çıplak gözle kabataslak yapılan gözlemimizi doğrulamak için bu iki haritayı üst üste yerleştirdik. Aşağıda yer alan haritada kaydını gerçekleştirdiğimiz enkazların zemin etüdü haritasında nasıl dağıldığını daha net bir şekilde görebilirsiniz. Haritamıza ise buradan ulaşabilirsiniz.
Depremin değil yanlış politikaların öldürdüğünü çok iyi bildiğimizden bu keşfin üstüne gitmeye karar verdik. Kentin yerleşimi nasıl sağlam olmayan zeminler üzerinde yükseltilebilmişti? Zemini sağlam olmayan bu binalar hangi koşullarda inşa edilmişti, yönetmeliğe uygun muydular? Zeminleri bu durumdayken inşa edilme koşullarının onları “güvenli” sınıfına sokması mümkün müydü? Bütün bu ihmallerin sorumluları, imzacıları, kolaylaştıranları, ödenek sağlayanları, görmezden gelenleri, rüşvet yiyenleri kimdi?
Bütün bu soruların cevabını bulmak için canla başla uğraşmak geride kalanlar olarak yitirdiklerimize borcumuzdur diyerek bir yazı dizisi ve sonucunda ortaya çıkacak bir dosya hazırlamaya koyulduk. Bu seri boyunca enkaza dönüşen binaların her bir sorumlusundan hesap soracak, gündem olmamış hususları gündeme getirecek, gündem olmuş ancak ana akım medya süzgecinden geçtiği için sürecin bazı sorumlularının kendilerini konudan sıyırmalarını sağlayabildiği kritik noktaları tespit etmeye çalışacağız. Yazı dizisi süreci esnasında barınma konusunda karşılaştığımız tüm adaletsizliklere bayrak açacağız ve elimizden geldiğince barınma hakkının anayasayla güvence altına alınmış kısımlarındaki ihlalleri/ihmalleri hem devlete hem kamuoyuna hatırlatacağız.