“Empirically, all pornography is made under conditions of inequality based on sex, overwhelmingly by poor, desperate, homeless, pimped women who were sexually abused as children”
Catherine MacKinnon, (1993). Only Words.
Uygulamalı felsefenin ve siyasetin onlarca yıldır süregelen tartışma alanlarından biri kürtaj meselesi. Bu tartışma her dönemde güncelliğini ve alakasını korusa da siyasi gündeme bağlı olarak bazı zamanlar diğerlerine göre daha fazla revaçta olabiliyor. Biz de şu an bu süreçlerden birini deneyimliyoruz. Ne yazık ki halihazırda dünyanın yadsınamayacak kadar büyük coğrafyalarında kadınlar yasalarla koruma altına alınmış güvenli ve ulaşılabilir kürtaj hakkından mahrum bırakılmakta. Son yıllarda İrlanda ve bazı Güney Amerika ülkelerindeki kadın hareketlerinin kürtaj özelindeki kazanımları bir umut ışığı olarak değerlendirilebilirdi. Ta ki ABD Anayasa Mahkemesi 50 yıl önce alınan ve kürtajı kadının özel hayatının gizliliğinin korunması ilkesine bağlı olarak federal çapta bir hak olarak tanımlayan Roe v. Wade davasının kararını bozuncaya dek…
Batı ülkelerinde yükselen sağcı ve popülist siyasetin ceremesini toplumun ezilen kesimlerinin çekmesi zaten beklenen bir olguydu. ABD’de Trump başkanlığı döneminde Anayasa Mahkemesi’ne muhafazakâr hakimlerin atanmasının Amerikan toplumunun uzun yıllar süren mücadeleler sonunda sahip olduğu demokratik kazanımlarına yönelik bir tehdit oluşturabileceği kaygısı birçok uzman tarafından dile getiriliyordu. Nitekim öyle de oldu. Önce Texas eyaletinde kabul edilen yasayla özel şahıslara kürtaj operasyonu geçirdiğini bildiği kişilere karşı sivil cinayet davası açma hakkı tanındı. İnsanlar bu yasanın teknik olarak Roe’nun etrafından dolanmaya yetip yetmeyeceğini tartışırken Anayasa Mahkemesi eyaletlerin özerk yapısını zedelediği gerekçesiyle Roe kararını tamamen ortadan kaldırdı ve kürtajın yasal olarak nasıl düzenleneceğine her eyaletin kendi karar vermesi gerektiğini belirtti. Bunun sonucunda birkaç ilerlemeci eyalet dışında ABD’nin büyük bir kısmında güvenli kürtaja erişim yasal olarak kısıtlanmış oldu. Tabii ki bu durum büyük tepkileri ve tartışmaları da beraberinde getirdi. Ben bu yazımda kürtaj hakkı mücadelelerinde yaygın olarak kabul gören “Benim bedenim, benim kararım” argümanının zafiyetlerinden bahsedecek ve Sally Markowitz’in 1990’da yayınlanan Kürtaj ve Feminizm (originally: Abortion and Feminism) adlı makalesinde ortaya koyduğu argümanı alternatif olarak sunacağım.
Tüm dünyada özellikle 60’larda zirve yapan sol hareketlerin 90’lardan itibaren emperyalist müdahalelerle giderek kısıtlanması ve şeytanlaştırılması kitlelerin demokratik kazanım elde edişlerinin de büyük ölçüde yavaşlamasına neden oldu. Ama bana sorarsanız bu sürecin açtığı yara bununla sınırlı kalmadı. Sol hareketlerin boşalttığı bu siyasi zemin yeni aktörler tarafından dolduruldu. Toplumsal muhalefetin ve ilerlemeci taleplerin sözcülüğünü “her bireye ve görüşe eşit mesafede olmak” ile övünen bireyci liberal zihniyet devraldı. Bu andan itibaren çevre mücadelesinin odak noktası kâr odaklı üretimden bireysel sürdürülebilir tüketim girişimlerine, çalışma mücadelesinin odak noktası adil ücret ve güvenli çalışma koşullarından şirket gezileri ve eşantiyon ürünlere, cinsiyet eşitliği mücadelesinin odak noktası toplumsal baskıdan cinselliğin bireysel düzeyde olumlanmasına kaydı. Ariel Levy 2005’te yayınlanan Female Chauvinist Pig kitabında müstehcen feminizmin (originally: raunch feminism) kadın mücadelesine toplumsal düzeyde bir fayda sağlamadığı gibi, kadın bedeninin heteroseksüel tahakkümün dışına çıkamadan gönüllü bir şekilde nesneleştirilmesinin hetero-normatif değerleri ve cinsel kimlik temelli toplumsal baskıyı sürdürmeye yardımcı olduğundan daha çok zarar verdiğini savundu. Kadın mücadelesinin bireyci değerlere endekslenme girişiminin neden olduğu sorunları tartışan bu kitap özellikle Batı ülkelerinde büyük tepki çekti tabii ki.
Ben kürtaj mücadelesinin, tıpkı kadınların cinsel özgürlük mücadelesinde olduğu gibi, bireyci liberal bir çerçeveden yaklaşılırsa pratikte çok büyük yaralar alabileceğini; kürtaj hakkına karşı başlatılmış bu muhafazakâr saldırının bireyleri değil, bir toplumsal grup olarak kadınları hedef aldığını düşünüyorum. Tabii ki bunu söylerken bu gerici kürtaj politikalarının bir sonucu olarak milyonlarca kadının bireysel düzeyde özgürlüğünün haksız bir şekilde kısıtlandığını göz ardı etmiyorum. Her toplumsal mesele gibi kürtaj da kitlesel düzeyde olduğu kadar bireysel düzeyde de problemler doğuruyor. Fakat eğer bu problemden ebediyen kurtulmak istiyorsak, yürütülmesi gereken mücadelenin kadınların toplumsal yapı içinde maruz kaldığı baskıyı hedef alması gerektiğini düşünüyorum.
Bu doğrultuda Markowitz’in kürtaj meselesine ekonomik, politik, sosyal ve kültürel açılardan yapısalcı bir yaklaşımdan yaklaşmasını doğru buluyorum. Birazdan bu pozisyonu detaylı bir şekilde tartışacak olsam da, ilk önce slogan düzeyinde bireyci mücadeleden ayrıştığı noktayı göstermenin daha faydalı olacağını düşünüyorum. Eğer bireyci argümanın sloganı “Benim bedenim benim kararım!” ise, Markowitz’in sunduğu argümanın sloganı “Benim kararım çünkü ben kadınım!” olurdu. Yani bir başka deyişle, Markowitz bireyci bir beden özerkliği savunusundan ziyade, kadınların bir toplumsal grup olarak kürtaj meselesi üzerinden baskı ve eziyete maruz bırakılmalarının adaletsizliği üzerinden kürtaj yasaklarına karşı savunmasını yapıyor.
Markowitz’in bahsettiği, bireyci beden özerkliği savunmasının yetersiz kaldığı durumlardan birazdan bahsedeceğim. Ama önce son birkaç yılda deneyimlediğimiz, pandemi süreci içerisinde köklenen, ipe sapa gelmez komplo teorileri temelli, toplum sağlığını ciddi şekilde tehdit eden aşı karşıtı hareketlerin de aynı argümana başvurduğunu hatırlatarak başlamak istiyorum. Bana sorarsanız COVID aşısı ve çocukluk aşıları zorunlu olmalı. Bu direkt bireylerin bedensel özerkliklerini kısıtlayan bir pozisyon. Ve açık olmak gerekirse, benim bununla bir problemim yok. Bedensel özerkliğimiz zaten her gün belli saatlerde belli yerlerde bulunup belli işleri yapmak zorunda oluşumuzla kolayca kısıtlanabiliyor. Eğer beden özerkliği argümanına geçerlilik sağlayacaksak, aşı karşıtlığı gibi toplum sağlığını tehdit eden pozisyonlara karşı da ödün vermek zorunda kalacağız. Bu benim güncel tartışmalar ışığında göstermek istediğim bir problem.
Markowitz bireyci yaklaşımın başka problemlerinden de bahsediyor. Ona göre bu argüman şu dört itiraza karşı yeterince güçlü kalamıyor: (1) Eğer kürtaj yasakları sadece bireysel düzeyde bir zahmet yaratıyorsa, bunu her zaman yine bireysel düzeyde tazmin de edebiliriz. Kürtaj operasyonu geçirmek isteyen bir kadına “Hayır bunu yapmanı yasaklıyoruz, ama al sana çektiğin ve çekeceğin zahmetlere karşılık bir milyon lira” diyebiliriz. (2) Eğer kürtajı bireysel bir mesele olarak görüyorsak, hamileliğin tüm sorumluluğunu da kadınlara bireysel düzeyde yıkabiliriz. Şayet bir kadın, kendi bireysel tercihleri doğrultusunda, bebek sahibi olmak istemiyorsa; yine bireysel düzeyde gereken bütün önlemleri de kendisi almalı. Bireylerin bedensel özerkliğine saygı doğrultusunda güvenli ve sorumlu seksin bütün yükünü de kadın bireylerin omuzlarına yıkabiliriz. (3) Eğer kürtajın devletin dahil olmaması gereken bireysel bir mesele olduğunu düşünüyorsak, kürtaj operasyonu geçirmek isteyen kadınların da bunun ekonomik yükünü bireysel olarak, kendi imkanlarıyla karşılamalarını bekleyebiliriz. (4) Kürtajı bireyci perspektiften ele alırsak, kürtajın kişisel tercihten öteye geçemeyen bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Yasal da olsa, toplumsal düzeyde kabul görüyor da olsa, kürtaj bir kişinin kendi bedeniyle ilgili keyfi bir karardan başka bir şey olamaz. Bu da kürtaj meselesinin toplumsal düzeyde kadınlar üzerinde politik ve ekonomik tahakküm aracı olduğu gerçeğini göz ardı etmemizi gerektirir.
İşte tüm bu sorunlardan dolayı, Markowitz kürtaj meselesine bireyci değil yapısalcı bir perspektiften yaklaşmamız gerektiğini savunuyor. Peki Markowitz’in orijinal argümanı ne? Aslında oldukça basit ve tabii bir o kadar da etkili. Markowitz’in argümanı iki kavram ve bir önerme üzerine şekilleniyor:
Kavram 1 – Kabul Edilemez Fedakârlık İlkesi (originally: Impermissible Sacrifice Principle): Eğer toplumun bir kesimi bir diğer kesimi tarafından sistematik olarak baskı ve eziyete maruz bırakılıyorsa, baskılanan ve ezilen kesimden üzerlerindeki baskıyı ve eziyeti daha da artıracak fedakârlıklarda bulunmalarını talep etmek kabul edilemez.
Kavram 2 – Feminist Hüküm (originally: Feminist Proviso): Bütün kadınlar, toplumun bir kesimi olarak, toplumsal cinsiyete dayalı ilişkiler ve dinamikler temelinde erkekler tarafından baskıya ve eziyete maruz bırakılıyorlar.
Önerme: Kadınların maruz kaldıkları baskıyı ve eziyeti ne şekilde anlıyor, nasıl tanımlıyor olursak olalım; kürtaj hakkını kısıtlayan yasalar her halükârda kadınlardan bu baskı ve eziyeti artıracak bir fedakârlıkta bulunmalarını beklemektir.
Markowitz’in bize sağladığı bu rehberliğin ışığında şunu çok rahat şekilde söyleyebiliriz ki; ataerkinin ve erkek tahakkümünün olduğu toplumlarda, ki günümüz dünyasında buna istisna olabilecek bir toplum bulunmuyor, kadınların güvenli ve ulaşılabilir kürtaj hakları ellerinden alınamaz!
- Levy, Ariel (2005). Female Chauvinist Pigs: Women and the Rise of Raunch Culture. Free Press. ISBN 0-7432-8428-3.
- Markowitz, Sally (1990). Abortion and feminism. Social Theory and Practice 16 (1):1-17.