Alt-orta gelir seviyesine sahip olan ve taşrada yaşayan bir ailede dünyaya geldiğinizi düşünün. Sizinle aynı durumda olanların nüfus oranı epey yüksek. Aileniz zar zor geçiniyor, kirada oturuyorsunuz, hasta olunca ilaç almakta veya kışın faturaları ödemekte dahi zorlanıyorsunuz. Televizyonlarda veya sosyal medyada gördüğünüz lüks yaşamlar sizin için hayal. Anne ve babanız bu zorlu yaşamın farkında ve birikim yapma gibi bir imkanları olmadığını da biliyorlar. Hem onların hem de sizin elinizde tek bir yol var: OKUMAK!
Aileniz size sürekli “Oku, kendini kurtar.” gibi cümleler kuruyor. Siz ise “İyi bir üniversiteye gideyim, gelirim yüksek olsun, aileme yardımcı olayım.” diye düşünüyorsunuz. Farkında olarak veya olmayarak siz de “ailenizi kurtarmak”tan söz ediyorsunuz aslında. Elinizde tek bir yol var demiştik yani; size ve ailenize kalan veya kalacak olan bir miras yok, devletin yüksek kademelerin torpil isteyebileceğiniz kişiler yok, zengin akrabalarınız yok, güvenebileceğiniz tek şey alın teriniz.
Aileniz belki de boğazından kısıp sizi bir dershaneye yazdırıyor ve babanız gözlerinizin içine bakıp sıkıca tembihliyor: “Derslerine iyi çalış!”. Çalışmaya başlıyorsunuz, soru bankaları çözüyorsunuz, deneme sınavlarına girip çıkıyorsunuz, gecenizi gündüzünüze katıyorsunuz ve üniversite sınavına giriyorsunuz. Sınavdan çıktıktan sonra sonuçları yani emeğinizin karşılığını bekliyorsunuz. Birdenbire bir haber geliyor: Sınav soruları çalınmış, Allah yolunda olduklarını söyleyen bir cemaat üyeleri sınav sorularını Allah rızası için çalmış. Hak etmedikleri halde, sizin gibi hak edenlerin yerlerine onlar yerleşmiş. Devamında sağlıklı bir hukuki soruşturma olmadığını, kimsenin sorumluluk almadığını veya özür dilemediğini görüyorsunuz. Bir süre sonra olay haber kanallarında unutulup gidiyor.
İstediğiniz bir üniversite bölümü olmasa da yine de iyi bir bölüme yerleştiniz. Kalacak yurdunuz yok, çünkü devlet yeterince yurt açmıyor ve bazı dini cemaatlerin daha doğrusu dini çetelerin yurtlarına mahkûm kalmak üzeresiniz. Varlıklı olduğunu bildiğiniz arkadaşlarınıza burs çıkmışken size kredi çıktığını görüyorsunuz. Bir şeyler ters olmalı, burs alması gereken sizdiniz. Belki de ek işe giriyorsunuz okurken veya her akşam makarna yiyorsunuz. Zar zor üniversiteyi bitirdiniz.
Kamu personeli olmak için yine dirsek çürütmeye başladınız. Sınavdan sınava giriyorsunuz, geceleri geç vakitlere kadar ayaktasınız. Kamu sınavına giriyorsunuz. Akabinde sınav sorularının çalındığını veya haksızca başka birinin yüksek mülakat puanıyla alındığını görüyorsunuz. Muhtemelen “Kula minnet eylemem, rızkı veren hüdadır.” gibi şeyler yazmış olan biri, akraba veya parti ilişkileri sayesinde sizin hakkınızı çaldı. Tüm bunlar olurken devlet ortalıkta yok. Geç fark ediyorsunuz, devlet zaten bu yozlaşmış insanların elinde.
Aileniz sınav sonuçlarını sorduğunda durumu utanarak açıklamaya çalışıyorsunuz. Şimdi burada bir dakika duralım: Anadolu’nun ücra köşesinde yaşan bir aile için tek umut çocuğunun okuması, sırtını devlete verip kendini kurtarması ve belki olursa kendilerine de yardım etmesi. Bu aile için başka bir kurtuluş yok; adalete, hukuka ve devlete en çok ihtiyaçları olan an tam da bu bahsettiğim ‘okuyup memur olma’ anıdır. Eğer burada bir haksızlık ve hukuksuzluk olursa, torpil ve particilik işlerse ve akabinde bu durumu düzeltmek için devletin hiçbir kurumuna güvenemeyeceğini görürse bu ailenin toplumla olan ilişkisinin bir daha güven temelinde yükselmesini veya sağlıklı bir ilişki olmasını beklememek gerek; çünkü zaten toplumdaki birileri onun hakkını yiyordu ve zaten devlet bunu biliyor ama susuyordu! Aynı şekilde bu aile için devlet de artık devlet olmaktan çıkmıştır. Devlet yağmalanacak bir tarladır ve onlar yağmalamadıkları için başkaları yağmalamıştır. Bunu acı bir şekilde deneyimleyip görmüşlerdir zaten torpillerle.
Bir toplumu toplum yapan şeyler nedir? Devletin tarafsız olması, hukukun herkese eşit mesafede olması ve adaleti sağlaması, kabileciliğin bireyleri yutmasının engellenmesi, bireylerin birbirleriyle haklar çerçevesinde ilişki kurabilmesi vb. ama en önemlisi de EMEĞİNİZİN KARŞILIĞINI ALABİLMENİZdir. Eğer devlet, sizin hakkınızın ve emeğinizin yenmesine karşı hiçbir önleme mekanizmasına sahip değilse o devleti değerli kılan nedir ki? Bu durumu gören gençlerin yurt dışına gidip emeklerinin karşılığını bulmak veya haksızlığa karşı güvenebilecekleri bir mecraya güvenmek istemelerinden daha normal ne olabilir? Bir toplumda yaşayan gençlerin %73’ü yurt dışındaki başka toplumlara SIĞINMAK istiyorsa, bir toplum nasıl yok ediliri bir soru cümlesi değil, bir betimleme cümlesi olarak kurmak gerekiyordur. (kaynak: https://bianet.org/bianet/siyaset/257778-turkiye-de-genclerin-yuzde-73-u-yurtdisinda-yasamak-istiyor)
Yok olan bir toplumun manzarası tam da şu anki gibi olurdu: Bir yanda mafya, satılmış köşe yazarları, torpiller, dini çeteler, yozlaşmış bürokrat ve milletvekilleri, yüksek enflasyon, kutuplaşan toplumsal gruplar, niteliksiz eğitim kurumları, diğer yanda ise aslında sayıları hiç de az olmayan bizim gibi kişiler. Toplumun gerçekten yok olup olmayacağını belirleyecek şey ise muhtemelen bizim gibi kişilerin göstereceği dirence bağlı. Evet belki de yurt dışına gitmek bir çözümdür ama senin gibi bu duruma dur demek isteyen insanlarla bir araya gelmek daha iyi bir seçenek olabilir.