Bir Küçük Spor Aynası ve Zaman Makinası

Eğer ki halen aramızda Türk milli takımına, aldığı sonuçlara, medyadaki tartışmalara şaşıranlar varsa kendilerini futbol toplarıyla dolu bir zaman makinesine davet etmekten memnuniyet duyarım. Ne dersiniz? Hayır, bu bir “taktiksel futbol analizi” yazısı değil. O benim haddime de değil.

Bu seyahatte yanımıza alacağımız üç şeyden ilki minik bir FIFA istatistiği olacak. Bu istatistiğin bize seyahatimizde bir pusula gibi yardımcı olmasını umuyorum.  Bu pusula, sanki bozuk bir saatmişçesine yalnızca iki defa doğruyu gösterecek. Sanıyorum ki 1954 ve 2002 dersem pusulamızın Türk Milli Takımı’nın dünya kupalarına katılma  başarısı olduğu açıkça ortaya çıkar. Halihazırda 80 milyondan fazla demografik güce sahip olan, her sokağında en az iki patlak futbol topu koşturulan ve dünya üzerindeki en ateşli taraflar gruplarına sahip ülkelerinden birinden bahsediyorum. Sokağındaki halı sahanın üzerinde en az 3 farklı futbol akademisi reklamı bulunan ülkeden, evet. En büyük gündem maddelerinden biri futbol olan, derbi maçlarından önce yayın akışı duran ülkeden.

Bunun yine bir tesadüf olmadığı açıkken henüz bugün okuduğum bir altyapı hikayesi beliriveriyor aklımda. Türk futbolunun genç yeteneklerinden biri, altyapı döneminde yaşadığı zorluklardan bahsederken gece yarılarında biten antrenmanlardan otobüsle dönmenin artık kendisi için bir can sağlığı tehdidi haline gelmesini anlatıyor. Diyorum ya, zaman tünelimiz her şeyi açıkça bize göstererek ulaştıracak bizi gerçek nedenlere.

İkinci seyahat arkadaşımız bir şeffaf dosya olacak. Üzerine birkaç gazete kupürü zımbalanmış. Görmeniz zor olacağından hemen gazete isimleri ve başlıklarını size okumak isterim. Eminim zihninizde canlanacaktır, hep beraber bu manşetlerin atıldığı günleri yaşadık. Bazen dalga geçtik, bazen şok olduk. Ancak yaşadık. İlk manşetimiz Hürriyet Gazetesi’nden Ali Naci Küçük’ün haberi; “A Milli Takım kaptanı Arda Turan, Makedonya maçı sonrasında takım uçağında gazeteci Bilal Meşe’ye hem fiziki, hem de sözlü olarak saldırdı.” Peki bu manşetten sonra sol üstte yer alan minik köşeyi gördünüz mü? Evet o da 2014 yılında Volkan Demirel’in ısınma hareketleri yaptığı sırada taraftardan gelen küfürlü tezahürat sebebiyle ısınmayı bırakıp eve gitmesini anlatıyor. Evet evet milli takım kaptanı olarak ilk on birde başlayacağı müsabakayı terk eden ve evine giden Volkan Demirel’den bahsediyor. Benim en çok ilgimi çekenlerden biri de şu; “Milli Takım’da prim krizi”. Hepinizin gözünde canlandı değil mi o günler? Milli takımda forma giyecek tüm oyunculara eşit prim dağıtılacağı ancak Burak Yılmaz’ın sakatlığı dolayısıyla prim alamayacağı dedikodusunun yayılmasının ardından takım içinde yönetime kadar uzanan tartışmalardan bahsediyorum. Dilerseniz dosyayı daha fazla kurcalamayalım, gittikçe tatsızlaşan tartışmalardan başka bize bir şey getirmeyeceği açık.

Üçüncü ve son materyalimiz ise bir kartvizitlik. İçerisinde oldukça havalı, bazıları altın varaklı, bazıları ise en düşük gramajlı beyaz selefona basılmış en basit kartvizitlerden oluşan bir portfolyo. Kimler, kimler var içerisinde. Guus Hiddink var mesela, oldukça yalın yine de şık bir kartviziti var. Ancak belli ki çok uzun süre kullanılmamış. Gayet yeni duruyor, 12-13 aylık görevi süresince medya tarafından konsantrasyon eleştirilerine maruz kalsa da yıpranmamış. Oldukça ince görünen bir kartvizit daha var, isim kısmında Abdullah Avcı yazıyor. Bahsettiğim sade, düşük gramajlı ancak selefonlu kartlardan biri. Şu anki özgüveni o dönem bulunmuyormuş sanırım, ayakları yere basan bir Trabzonspor şampiyonluğu öz geçmişinde eksik olduğundan olsa gerek. Bir sonraki sayfada altın varaklı, size gücünü kartla geçiren bir isim var; Fatih Terim.  Tüm skandallara, eleştirilerine rağmen şaşaasından ve gücünden hiçbir şey kaybetmemiş. Az önce yanımıza aldığımız prim skandalı kupüründen bile o güçlenerek çıkmış. Şenol Güneş geçiyor önümüzden, ismi skandallarla anılmasa da bekleneni vermemiş. Hatta bazı fikirleri milli takım yararlarını bile aşmış derler. Kim bilir, biz sadece medyanın yalancısıyız. Hemen ardından Stefan Kuntz geliyor. Muhtemelen kucağına bir bomba düşmüş ancak gemiyi ilk terk edenlerden. Her şeyin ve her sonucun kendisinden başka bir sorumlusu olduğuna kendini öyle inandırmış ki kartvizitindeki en ufak bir çizik uğruna oyuncularını basının önünde otobüs altına atmayı göze almış bir isim. Bazen politika kartvizitinizin kaç gram kağıttan olduğuna bakmaz, ne kadar temiz ve yeni olduğu tüm özelliklerinizin önüne geçebilir.

Şimdi tüm bu eşyalarla bindiğimiz zaman makinemizde tamamını anlatamadığım sınırsız skandallarla, çirkin para dedikodularıyla, başarısızlıklarla ve hatta bazen rezaletlerle dolu on yılı geçireceğiz. Çoğumuzun midesi almayacak yaşananları. Bir kısmı yargıya bile taşınacak.

Zaten bildiğiniz birkaç konudan bahsederken sizlerden çaldığım on dakikaya ek olarak birkaç dakikanızı daha istirham edeceğim. Henüz federasyon yetkililerini, protokol emirlerini anlatmaya fırsat bile bulamadığım bu düzende 33. Dakikada yerine ulaşmayan pasın sorumlusu sağ beki “kulüp öncelikli oynamak”la suçlamak ne kadar doğru sizce? Ya da şunu sorayım, bu düzende “kulüp öncelikli” oynamanın nesi yanlış? Sizce sorun 4-4-2’de mi yoksa bloklar arası top geçişinde mi sorun yaşıyoruz? Sakatlıklar ve Burak Yılmaz’ın ansızın(!) milli takımı bırakma kararı bir sabotaj mı?

Maalesef hiçbiri değil. İnanın ben de sizin kadar bunun bir planlama hatası olduğunu duymayı isterdim. Ama maalesef bizler yalnızca toplumun her kesimine dikte edilmiş pragmatik ve yoz bir kültürün sonucunu futbolda daha önceden görmeye başladık. Her bir ünitesinin baştan ayağa sorumsuzluk ve hesap vermezlik rahatlığıyla davrandığı en küçük organizmanın dönüştüğü hali izliyoruz.

Konu ne milli takım, ne milliyetçilik, ne yetenek, ne bilgi.

Öne çıkan görsel: https://www.ntvspor.net/foto-galeri/once-hayaller-olur-spor-yazarlari-ne-dedi-60c454b0e7d8b119982c4d93/7

Dilşah Deniz

Dilşah Deniz

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.