Bin Tarz-ı Siyaset: Bir Gün Tabağı Olarak Türkiye Siyaseti

Son düzlükte seçim hakkında mülahazalarımı dile getirmek istedim. Şu an partiler, ittifaklar, ideolojiler derken sağı solu birbirine girmiş tuhaf bir doğrultuda seçime gidiyoruz. Bir yandan muhalefet kalpler saça saça ilerliyor, diğer yanda en çirkin, ahlâksız iftiraların havalarda uçuştuğunu görüyoruz. Bir yanda sağcılar, İslamcı milliyetçiler ve aşırı uç sağcılar, diğer yanda demokratlar ve eski İslamcı sağcılar ve seküler milliyetçiler ittifak, bir üçüncü olarak orta sınıf solculuğu yapan TİP ve Kürt milliyetçisi solcu HDP ittifak. Gün tabağı gibi bir siyaset var şu an. Tabakta browni ile sigara börekleri yan yana duruyor, kısır kuru pastaların üzerine dökülmüş, sarmaların suyu akmış her yere. Böyle bir tabak, böyle bir siyaset.

En Kritik

Büyük seçime on gün kaldı. Bazılarınca bu “en kritik” seçim. Otuz yaşındayım. Bunu bir on beş senedir falan her seçimde duyuyorum. Bence en kritik seçim bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimiydi. Fakat ondan önceki de az kritik değildi, yabana atmamak lazım. Diğer taraftan on gün sonraki seçimi “en kritik” yapan, bunca yıl gırtlağımıza kadar batırıldığımız otoriterlik dehşetinden sonra hâlâ bir şeyler seçebilecek olmamız. Bunu göz ardı etmemek lâzım.

Önceki “en kritik” seçimlerden bu yana tek bir yazıya sığmayacak kadar çok şey değişti. Ekonomi çöktü, hükûmetin Neo-Osmanlıcı fetihçi Suriye politikası iflâs etti. Milyonlarca Suriyeli, sayısı meçhul Afgan, Ukraynalı ve Rus Türkiye’yi orantısız biçimde doldurdu.* Türkiye dünya çapında uyuşturucu trafiğinin, mafya rekabet ve çatışmalarının merkezi haline geldi. Şubat başında büyük bir deprem yaşandı, on binlerce insan hayatını kaybetti, koskoca şehirler yerle bir oldu. Bunlar sadece bir çırpıda aklıma gelenler. Bütün bunların yarattığı atmosfer içerisinde Türkiye seçime gidiyor. Dolayısıyla, şu an evet, bu Türkiye’nin en kritik seçimi. Bir dahaki “en kritik” seçime kadar.

Politik Ahlâkın İflâsı

Hiçbir seçimde muhalefet bu kadar kazanmaya yaklaşmamış, kazanacağını da hissetmemişti. İktidar da aynı şekilde kaybetmenin eşiğine gelmemiş, bu hissi tecrübe etmemişti. Söylemler, tepkiler, ifadeler, tavırlar ve seçim kampanyalarının yürütülüş biçimleri bile bunu gösteriyor.

Depremden sonra iktidar seçimi ertelemeye dair bir kamuoyu yaratmıştı. Halkın tepkisi ve muhalefet buna engel oldu. Yoksa şu ahval içerisinde seçimi göremeyebilirdik. Üniversiteler kapatıldı, uzaktan eğitime geçildi, son ana kadar meçhul kalan durum, üniversitelerin tekrar yüz yüze eğitime geçeceği haberiyle kesinleşti. Ben bunun iktidar tarafından en baştan bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Şu ekonomik durum içerisinde milyonlarca üniversite öğrencisinin kolaylıkla oradan oraya hareket edemeyeceğini, ikamet yerlerine gidip oy kullanamayacaklarını ve de ikametlerini de değiştirecek zaman bulamayacaklarını bildiklerinden insanları darboğaza atmayı strateji olarak kullandılar. Bazı parti teşkilatları oy vermeye gitmek isteyen ancak buna ekonomik gücü yetmeyen öğrencileri ücretsiz taşıyacaklarını duyurdular.

Süleyman Soylu siyaset bilimi tarihine girecek bir açıklama yaptı. 14 Mayıs’ın muhalefetin darbe teşebbüsü olduğunu söyledi. Bunu yazarken gülüyorum. Tabii ki bir seçimin darbe teşebbüsü olarak nitelendirilmesinin akıllar almaz saçmalığını geçiyorum, bunu kasıtlı söylediği herkesin malumu. Tuhaf iddialar da dolaşmıyor değil ama ben bunları dillendirmek istemiyorum. İktidar, seçimi kaybetmeleri halinde seçim sonuçlarının siyasi ve hukuki meşruiyetini tanımayacağını açıklamaya çalışıyor. Bir nevi aba altından sopa gösteriyor. Diğer yandan silah sanayici damadın da “Kılıçdaroğlu Amerikan mandası istiyor” gibi lafları da yine müstakbel iktidarın meşruiyetini şimdiden zayıflatmaya yönelik çok bayağı ifadeler. Yine Soylu yakın bir zamanda Altılı Masa’nın metinlerinden birinin AB büyükelçisine redakte ettirildiği gibi saçma bir laf etti. Sonra da bunun ses kayıtları olduğunu söyledi. Ses kaydı, kamera kaydı dendiğinde akla tek bir şey geliyor. Velhasıl çirkin oynuyorlar. Kılıçdaroğlu’nun Goebbels Fahrettin’e hitap ederek dark web’den söz etmesi boşuna değildi. Çirkin iddialar ve imalar, iktidarın FETÖ stili bir kumpas hazırlığında olduğunu gösteriyor. Ahlâksız oldukları biliniyordu da, iyice iflâs etmiş, bitmişler artık.

Seks Düşkünlüğü

Cumhur İttifakı’nın söylemsel cephanesi çok ilginç. Sabah akşam iktidarın değişmesi durumunda erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla evlenip sevişeceklerinden bahsedip duruyorlar. LGBT aşağı, LGBT yukarı. Ben bu kadar seks konuşulan bir ortam ne gördüm, ne de duydum. Yani birbirini seven insanların sevişmelerinden bu kadar tırsan, diğer yandan İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıran, çocuk tecavüzlerine, kadınların katledilmelerine hiç reaksiyon göstermeyen, bilakis bu tip habis olayların üzerini örtmekte bir saniye olsun gecikmeyen insanların yat kalk seks konuşmaları da bir tuhaf. Sürekli “Türk-Müslüman ailesi”nden, dinden, örften, ahlaktan dem vurup en büyük ahlaksızlıkları yapıyorlar. Ufacık çocukların kanları üzerindeyken ellerini açıp dua eden adamlar bunlar. Ondan sonra muhalefetin kazanması halinde şampanya patlatacağından, “Bay Kemal’i” destekleyenlerin dinsiz, ezansız olduğundan bahsederek ideolojisi tükenmiş bir kitleyi coşturmaya çalışıyorlar. Yazık. Böyle bir iktidar House of Cards dizinde yaşananlara taş çıkartır mı, bence çıkartır.

Sol Muhalefette Çatlaklar

Pek yakından takip etmedim ama sol muhalefette yani Emek ve Özgürlük İttifakı’nda kimlik siyaseti üzerinden bir çatlak baş gösterdi gibi. HDP, TİP’in muhtemel potansiyelinden rahatsız görünüyor. Yeni yüz ve ismiyle YSP, sol üzerindeki hegemonyasını kaptırmak istemediği gibi sol siyasetin üzerindeki Kürt kimlikçiliği vurgusunu da zayıflatmak istemiyor. TİP, görebildiğim kadarıyla bir sınıf siyaseti yörüngesinde hareket ediyorken HDP-YSP’nin böyle olmadığı malum. Hayvan hakları, LGBT, kadın meselesi gibi diğer ana akım partilerin temas etmekten çekindikleri konuları cüretkârlıkla öne çıkaran HDP siyasetinin esas istikameti Kürt kimlikçiliği ve bu temeller üzerinde şekillendirip domine ettiği sol harekette hem lider konumunu hem de meşruiyetini yitirmek istemiyor. TİP meclise iyi kötü bir grup sokabilir ve başarılı bir siyaset izleyebilirse Türkiye soluna yeni perspektifler, yollar, yörüngeler katabilir; ya da HDP, sol üzerindeki tahakkümünü daha da sağlamlaştırabilir. Bilmiyorum, göreceğiz.

Ana Akım Muhalefet

Altılı Masa hakkında yazmıştım. Tekrar aynı şeyleri söylemenin alemi yok. Kılıçdaroğlu hiçbir zaman içime sinen aday olmadı. Meral Akşener’in cumhurbaşkanlığı yardımcılığı için Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu’nu kendisine dayatması yapılan en iyi hamlelerden biriydi. Açıkçası ikisinin desteğiyle bu iş çok daha iyi yürütülüyor diye düşünüyorum.

Diğer taraftan ben hâlâ Altılı Masa’nın anlamını anlamış değilim. Eski AKP’li onlarca insan Millet İttifakı’ndan aday oldular. Daha önce kullandığım bir ifadeyle söylemem gerekirse, AKP iktidarının en karanlık yıllarının mimarlarından Davutoğlu ile Babacan şimdi muhalif pozları keserek yeniden iktidar olmaya talip görünüyorlar. Bunları midem almıyor ama şimdilik ağzıma gelenleri yutkunmayı tercih ediyorum. Üstelik Babacan’ın ekonomiyi yönetecek olması uykularımı kaçırıyor. Denenmişi denemeye gerek yok.

İktidarın kendisi koskoca bir pasta halinde muhalefetin önünde duruyor şu an. Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP, muhalefetin ağabeyliğini üstlenmiş durumda. Deva, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını destekleyerek bu pastadan bir şeyler kapmayı umuyorlar. Neler vadedildi, bilmiyoruz. İYİP ise bu süreçte biraz egale edilmiş durumda, sessizce bekliyor. Şayet iktidar temelli değişirse çok ilginç bir dönem bizi bekliyor.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum, yirmi bir yıllık AKP iktidarı gözümüzün önünde duruyor. Bu iktidarın en azından bir beş sene daha AKP-MHP-Refah ve Hizbullah terör örgütünün siyasi uzantısı HÜDA PAR ittifakı ile sürdürülmesi Türkiye’yi cehenneme sürükleyecektir. Belki herkesi memnun etmek mümkün değil ama en azından bir Erdoğan A.Ş. haline getirilmiş Türkiye’yi kurtarabilir ve ERDOĞANSIZ TÜRKİYE’ye kavuşabiliriz.


*Burada orantısız bir mülteci akınına karşıtı olmak ile zenofobi yahut ırkçılık arasına bir çizgi çekmek istiyorum. Yardıma muhtaç insanların mülteci olarak kabul edilmeleri, onlara yeni bir başlangıç için olanaklar sağlamak/sağlayabilmek başka bir durum; ülkenin sosyokültürel ve ekonomik yapısının ve zaten çok da sağlam olmayan güven ortamının kökten sarsılacağı biçimde milyonlarca insanın hiçbir kontrol olmadan sınırlardan geçmelerine göz yummak çok başka bir şey. İnsan hakları ve çok kültürcülük savunulacak diye AKP’nin aymazlıklarına göz göre göre destek çıkmak, bunu dile getiren herkesi ırkçı yahut zenofobik olmakla suçlamak ya çok ciddi bir art niyet yahut şuursuzluk örneğidir.

Cem Sili

Cem Sili

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.