Bi’ Fotoğraf Çekinebilir Miyiz?

Türkiye gibi Akdenizli (Türkiye’nin karmaşık, heterojen kültürel kodlarını ve reflekslerini değerlendirmek için en uygun konumun, etiketin Akdenizlilik olduğunu düşünüyorum.) bir ülkede hararetle tartışmak için güçlü bir tetikleyiciye, gerekçeye ihtiyacımız yok. Ancak ortaya atıp kenara çekilerek gümbürtüyü seyreyleyebilme garantili konulardan birisi hangisidir sorusuna cevabım ‘İstanbullu olmak/olabilmek’ olurdu. İstanbul gibi yaşam formlarını, alt kültürleri, hareketlilikleri sünger misali çeken, dominant metropoller için safkan, sıfır noktasına varan bir bağlılık tanımı yapabilmenin imkansızlığını bir yana bırakarak, mayınlı tarlaya daha fazla girmeden kendimi İstanbul sakini olarak nitelendirmeyi tercih ediyorum. Sakin kavramının yaşayan (resident) olma durumuna yaptığı ‘sakince’ göndermeyi seviyorum.

(Güncel yerel/küresel konjonktürün maalesef deme noktasına getirdiği) Doktora düzeyinde akademik uğraşıları olan, çalışma mekanına sürekli ihtiyaç duyan bir ‘İstanbul sakini’ olarak gündelik hayat pratiğimde önemli yer kaplayan iki mekan var: Taşkışla (aka İTÜ Mimarlık Fakültesi) ve Salt Galata. Bu mekanlarda çalışmaya çalışıyorum, odaklanamıyorum, tıkanıyorum, bir şey bulmuş edasıyla heyecanlanıyorum, bunalıp ara veriyorum, depresif düşüncelere bulanıyorum, zamanın aktığının günün battığının farkına varmıyorum, dolayısıyla çok çeşitli bir spektrumda, her türlü ve dereceden duygulanıma ev sahipliği yapıyorum. Süreklileşen bu eylemlerimin yansıması olarak kişisel belleğimde zamanla katmanlar oluşturup, tortu biriktiriyor, (öğrencisi ve çalışanı olarak on dördüncü yılıma gireceğim Taşkışla ile kıyaslanmasa da) iki mekana dair farklılaşan derecelerde bağlılık üretiyorum.

Kişisel belleğimde bir araya gelen, birliktelik kuran Taşkışla ve Salt Galata, sanal mecraların destekçiliğini üstlendiği bir arzu nesnesi olma durumu ve çoğunlukla dijital araçların an’ı kaydeden, paylaşan, depolayan nitelikleri üzerinden kolektif bir belleğin de önemli birer parçası haline geliyorlar. Çünkü bu iki mekan, aynı zamanda İstanbul’un en ‘fotoğraf/video çekilebilir’ arka planlarından ikisi. Her gün bir sürü insan giyinip, süslenip, kendisine en yakın kentsel odağın biraz çeperinde kalan, bu yüzden geçerken görüp dayanamadım denilemeyecek, özellikle buraya yürümeyi gerektirecek bu iki mekanın önüne geliyor. Girişindeki veya cephesindeki sütunlarla, pencere söveleriyle alakası olmadıkları dönemlere (çoğunlukla antikite) öykünen, insan ölçeğini aşan oranlarıyla monolitik ve katı görünen, aynı zamanda heykelsi bir izlenim uyandıran bu iki binayı arka planlarına yerleştiren bir yığın insan fotoğraf/video çekimleri gerçekleştiriyor, çekimlerini ileti, hikaye, kısa video olarak ve bu mekanları etiketleyerek, yer imlerinde göstererek, sabırsızlıkla paylaşıyor. İşte o etiket ve yer imlerinin toplayıcılığı etrafında bir araya gelen her türlü görsel içerik ve onlara iliştirilmiş kısa açıklamalar, bu iki mekanın “fotoğraf/video çekilebilir”liği üzerinden sınırlı ve yüzeysel bir kolektif bellek üretiyor.

Sıklıkla dizi, film platosu, organizasyon mekanı olarak kullanılan Taşkışla veya Salt Galata’yla izlediğim içeriklerde, olur olmaz yerlerde karşılaşabiliyorum. Alışkanlıklarım, duygulanımlarım ve ilişkilerim üzerinden bu mekanları katmanlı, girift biçimde kodlayan ve depolayan kişisel belleğim, izlediğim içeriklerde, gördüğüm şeylerde bu mekanlarda karşılaştığımda da depolanan ve kodlananları geri çağırıyor. Bu nedenle de kendimi, yaptıklarımı, hissettiklerimi o içerikte konumlandırarak, hatta içerikle bir miktar bütünleşerek artık herkesten daha da farklılaşan ve iyice kişiselleşen bir şey izlemeye başlıyorum. Halbuki sınırlı kolektif belleğin parçası olan ‘fotoğraf çekinenler’ bu mekanlarla karşılaştıklarında en fazla “Aaa burada fotoğraf çekinmiştik!” deyip geçiyor, belki de hatırlamıyorlar bile.


Dipnot: Bu metni kaleme almamı ve otobiyografik bir örnek üzerinden beni derinleşen kişisel bellek ve yüzeysel kolektif bellek arasındaki kontrast, gerilim üzerine (hem kendimi hem sizleri) düşünmeye sevk eden ise, iki buçuk yıl arayla attığım ve aynı teşhis üzerinden hareket ettiğim iki tweetimdi:

(19.06.2020) https://twitter.com/erenalpbyktpc/status/1274008019425267712?s=61&t=I5iL9ahlUi4VJ69De8mIbg ve (08.01.2023) https://twitter.com/erenalpbyktpc/status/1612015554872725504?s=61&t=I5iL9ahlUi4VJ69De8mIbg

Erenalp Büyüktopcu

Erenalp Büyüktopcu