Bağrımızı Son Taşa Hazırlarken: Li Karşî Zilmê Serî Hildin

“Sen şimdi gel, bütün bunlar olmadan”

25 Nisan sabahı Diyarbakır merkezli başlatılan bir operasyon kapsamında 21 şehirde yüzden fazla kişi ev baskınlarıyla göz altına alındı. Gözaltına alınanlar arasında avukat, HDP’li siyasetçi, sanatçı, gazeteci ve sivil toplum kuruluşu üyeleri var ve dosya ile ilgili gizlilik kararı çıkarıldığı için detayları bilmiyoruz. Takiben, Diyarbakır’da bu baskınları protesto etmek için yapılan açıklama esnasında SGDF’li arkadaşımız Serhat Eren’in darp edilerek polis tarafından alıkonulduğunu gördük. Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde kendisinden hala haber alınamıyordu*. Bunun dışında aynı gün kolluğun Kadıköy’deki YSP seçim çadırına halay çekenleri bahane ederek müdahale ettiğini ve gözaltı işlemi yaptığını biliyoruz. Son olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da Twitter hesabından bu operasyonların tepeden tırnağa koordinasyonunu tasdik eden bir açıklamayla rejimin bildik güvenlikçi paradigmasını selamladı bir kez daha. Bu anlattığım, karşı karşıya olduğumuz, birkaç saatlik bir siyasi bilanço.

Bütün bunları, YSP’nin seçim çalışmalarına hasbelkader katılma şansı bulduğum Aydın’ın kenarlarındaki köylerden izleyebildim ben de. Burada, her gün başka bir halayla, şarkılarla, bindiğimiz seçim minibüslerinin arkasında koşuşturan çocukların umutlarına ve gözlerinde mahcup bir gururla bizi selamlayan kadınların dualarına duyduğum sorumlulukla, bugün, Diyarbakır’daki polis barikatlarının dibinden, belli ki bizlere, haykıran bir kadının çok uzaklara çarpan sözlerine kulak vermeye çalışacağım: Li karşî zilmê serî hildin (zulme karşı başkaldırın)

Başlangıçta, görece sessizlik ve sükunetin yadırgandığını hatırlıyorum. Seçim sathına girdiğimiz ilk günlerde, Erdoğan’ın ve efendisi olduğu siyasi kartelin üreteceği tekinsiz şiddet etrafta kol gezseydi de buna ne kadar hazırlıklı olurduk çok bilinmeden, kimileri sessizlikte bir bit yeniği aradı. Bu rejimin yenileceği günleri gözümüzde canlandırırken sessiz sedasız değil de olsa olsa ihtişamlı ve gürültülü sahneler hayal etmemiz de onun ve iktidarının numaralarına alıştığımızdan, 2015’te yenildiklerinden beri. Öyle görünüyor ki çarşamba günü itibariyle, aşina olduğumuz Erdoğan kesinkes geri geldi. O halde şimdi tekrar yakıcı sorular sorma görevi düşüyor birbirimize. Ama ondan önce, bu soruların anlam kazanması için “biz”, birbirimizle ilişkimizi netleştirelim.

“Dört bir yanın yangın yerine döndüğünde”

İsmini hatırlayamadığım genç bir profesör, Arap Baharı esnasında Arap toplumlarının kendi rejimlerine itirazlarını örgütleyen siyasi diskuru incelerken o dönem başkaldırının sembolü olmuş bir sloganı ele alıyordu: “Ash-shab yurid isqat an-nizam” yani, “Halk, rejimi devirmek istiyor” (الشعب يريد إسقاط النظام). Ona göre, alışılmış olan sadece “down with the regime” (rejime son ya da kahrolsun rejim) değil de “the people want to bring down the regime” (halk, rejimi devirmek istiyor) sloganının seçilmiş olması önemliydi. Çünkü bu sloganın etrafında kümelenen Arap toplulukları, etnik ve dini kamplarından sıyrılıp “biz” demeyi ve sha’ab’ın, yani halkın varlığını vurgulamayı seçmişlerdi. Sha’ab, yani halkın ortaya çıkışı, sadece “kahrolsun rejim” değil “biz istiyoruz”, “halk istiyor” da diyen, etnik ve dini cemaatlerin tek tek, bireylerin tek tek toplamından fazlasını oluşturma potansiyeline sahip bir politik kolektifin varlığına işaretti. Dolayısıyla toplumlarının iradesini gasp etmeye yemin etmiş rejimlerin karşısında, başkaldırma vasıflarıyla Araplar, halk olmaya cüret etmişlerdi pek çok yerde. Ne yazık ki bu bahsin devamında anlatmaya niyet ettiğim konu için ilham verici pek bir şey yok. Arap Ayaklanmaları demokrasi vaadi ile birlikte, şimdilik gerisinde emperyal güçlerin oyun sahasına çevirdiği ve sürekli bir şiddetin hüküm sürdüğü bir Orta Doğu bıraktı ve özlemi duyulan cemaatler üstü bir “halk” hayali çoğu yerde belirsiz bir geleceğe ertelendi.

Fakat bu örneğin ilham verdiği bir şey var ve onunla tarihin farklı yerlerinde ve zamanlarında karşılaşabiliriz. Ben örneğin, bundan birkaç gün önce burada karşılaştım. Yine seçim bürosu açılışı için gittiğimiz köylerden birinde, belli ki CHP’ye oy veregelmiş yaşlıca bir amca “Biz şimdi tekrar halk olduk. Biz, halksak inşallah onu (Erdoğan’ı) indireceğiz. Erdoğan’ı devireceğiz, anca o zaman tekrar biz halkız diyeceğiz.” diyordu. Bu şimdi öyle bir laf ki ilgiyi benim kurmama gerek bile kalmıyor sanırım. Bize, Türkiye’de yaşayan Türklere ve Kürtlere, Erdoğan rejimini birlikte devirmek niyetimizle ve vasfımızla, halk olma fırsatı sunuyor tarih ve karşımızdaki bu gasp ve talan iktidarının yükseltmekte olduğu ele karşı koyabilecek tek irade, bu fırsatı çok iyi anlayabilmekten geçiyor. Bu durumda, Diyarbakır’dan bize seslenen “Zulme karşı başkaldırın” çağrısı bir yardım çığlığından çok, bir “halk” olmaya davet olsa gerek.

Şimdi, yukarıda andığım yakıcı soruları sormanın vakti. Diyarbakırlı teyzenin ve Aydınlı amcanın çok iyi bildiği bu gerçeği hepimiz onlar kadar özümseyebildik mi? Erdoğan ve reislik ettiği paramiliter ittifak bildik şedit numaralarını tekrar sahnelemeye başlarsa (giderek güçlenen bir ihtimal) buna hazırlıklı olacak mıyız? Bu, Batı’daki büyük şehirlerde yaşayanlarımız için henüz sadece bir ihtimal, fakat Kürtler için ihtimal, bir kez daha, çoktan bir hakikate dönüşmüşe benziyor. Biz Batıdakiler sıra bize gelene kadar “görmeme, duymama, ilgilenmeme” hürriyetimizi mi kullanacağız bir kez daha (Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi’ndeki “imtiyazına” atıfla, bu hürriyet, ironik bir şekilde, özgür iradesi gasp edilmekte olan tedirgin insanlarda görülen kaçamak bir hürriyet olsa gerek) yoksa etrafında kenetlendiğimiz adayın son günlerde art arda yaptığı ve izlenme rekorları kıran “Kürtler” ve “Alevi” açıklamalarının devamını inşa edecek iradeyi mi göstereceğiz? Hatta bir başlangıç noktası olarak, Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamalarına bir cevap veriyorsa rejim, diye de düşünemez miyiz? Eğer öyleyse, sıra “bizde”, “biz” ne diyeceğiz?

“Canım bak, sofralar kuruldu bahar geldi”

Ne yazık ki, söz konusu baskınların sonrasında karşılaştığım cılız itirazları görünce anlık bir hayal kırıklığıyla paylaştığım mesajlar sanırım bu yazının yazılmasına vesile oldu. O paylaşımlarda basitçe, gözaltına alınanların HDP’li değil de örneğin CHP’li, Kürt değil de Türk ya da Batı’dan olmaları durumunda yine şu anki gibi sessiz mi kalacaktınız diye sormuştum arkadaşlarıma. Hatta örnek olarak da 2019’da milyonlarca Kürt seçmenin “bağrına taş basarak” diğerleriyle birlikte seçtirdiği Ekrem İmamoğlu’nun cezası kesinleştiğinde hep birlikte Saraçhane’de toplaştığımızı hatırlatıp o gün İmamoğlu ne kadar teröristse bugün gözaltına alınanlar da o kadar terörist demiştim. Bunları tekrar farklı şekillerde öne sürmek yerine doğrudan anıyorum çünkü benim de net bir öngörüm yok bizim ne diyeceğimizle ilgili. Sadece, hiçbir şey söyleyemediğimiz durumda, yani halk olamadığımız durumda, yaşanacaklardan endişeliyim. Baskınlardan sonraki gün dayanışma çağrılarının sayısı arttıysa da bunlar bizi “halk” yapmaya yeter mi hala emin değilim. Bu seçimlerde milyonlarca seçmen bağrına, umalım da, son kez taş basmayı göze alarak bir halk olmaya çağırıyor diğerlerini. İlk sınavımızı başarıyla veremedik. Ama hala vakit olduğuna inanarak sevdiğim bir arkadaşımdan duyduğum, bu yazının da ara başlıklarını oluşturan Siya Siyabend’in şarkısından son bir dize bırakıyorum hepimize, “bize”: “Neden bilmem, bize derman olması gerekenlerin bizden kaçması.”


*Serhat Eren’e sekiz saat sonra ulaşılabildi.

Rona Şenol

Rona Şenol

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.