I: Giriş
Resmi tarih tarafından “II. Dünya Savaşının yarattığı ekonomik buhran” ve “buhranın neticelerinden birisi olan kimi kimselerin orantısız zenginleşmesine” yönelik bir önlem olarak uygulandığı iddia edilen Varlık Vergisi, Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı toplumsal segmentasyon ve servet transferlerinden birisi olarak kayda geçti. Kamuya sunuluş itibariyle halk yararına ve dini/etnik ayrım gözetilmeksizin uygulanacağı bildirilen Varlık Vergisi’nin Başbakan Saraçoğlu’nun “Biz ne sarayın, ne sermayenin, ne de sınıfların saltanatını istiyoruz. İstediğimiz sadece Türk milletinin hakimiyetidir.”1 sözleriyle çerçevesini çizdiği sosyo-politik (ve takiben göreceğimiz üzere ekonomik) programın başat bir kısmı olduğu ise verginin uygulanış saikler ile -pratik sonuçlar olan gayrimüslimlere uygulanan orantısız farklar ve toplama kamplarıyla sonuçlanabilen cezalardan- tarih tarafından izlenebilecekti. Bu şemaya istinaden Varlık Vergisinin birincil olarak, “kanunilik” ilkesiyle çelişkisinden dolayı anayasal çerçeve ile nasıl çeliştiğini, ikincil olarak açıkça ortaya koyduğu keyfi vergilendirme durumunun yarattığı etnik ve dini ayrımların yine nasıl anayasal hükümlerle çeliştiğini birleşik ilk kısımda, son olarak ise tüm bu tablonun ulus-devlet inşası ekseninde servet transferi ile azınlık grupları nasıl kamusal çeperden dışladığını (çoğu noktada Khachaturian’ın Marksist devlet teorisine atıfta bulunarak) Türkiye’de ulus-devlet inşası sorunsalı izleğinde inceleyeceğiz.
II: Keyfiyet ve Kanuniliğin İlgası
Varlık Vergisine dair yasa oldukça dar bir kadro tarafından tasarlanmasını takiben, gizli bir oturumla kabul edilmiş ve hatta yasanın uygulanışı esnasında defterdarlıklara iletilen prosedürler yazılı belgeler aracılığı ile değil “sözlü” olarak bildirilmiştir.2 Tüm bu uygulamaların arka planında gizliliğe zarar gelmemesi amacının saklı olduğu belirtilse de bu süreç zarfında gizlilik adı altında imal edilen keyfiyet, yasanın uygulanışında kendisini daha da belli edecekti. Nitekim, tasarının vergi miktarına ilişkin matrah ve oranları içermemesi, yasa hükümlerinin sözlü tebliği ve hatta yasanın uygulanışında görev alacak komisyonlara verilen geniş yetkiler yasanın tam bir keyfiyetle uygulanmasına neden olmuştur. Neticede yasanın “kanunilik” ilkesi ile yaşadığı çelişki söz konusu yasayı Anayasa ile uyumsuz hale getirmiştir.3 Bu yasal çerçeve yoksunluğunun yarattığı keyfiyet, tahakkuk edilen vergilerin kahir ekserinin gayrimüslim azınlıktan tahsil edilmesiyle neticelenmiştir. Ancak bu neticelenmenin hükümetin bilgisi/niyeti dışında olduğunu iddia etmek de zordur. “Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.” Saraçoğlu’nun açıkça gayrimüslimleri hedef gösterdiği bu sözleri servet transferini gerekçelendirmesinin yanında, Maliye’nin yaptığı tebligatlar vasıtasıyla etnik ve cinsel azınlıkları da fişlemiştir. Bu açıdan bu vergilendirme politikasının ve bu politikanın doğal sonucu olan haraç-mezat satışların, toplumu segmente ederek eşitlik ilkelerini toptan yok sayan bir arka plana yaslandığını söyleyebiliriz. Demokratik kültürün yerleşmediği, konstitüsyon kavramının oturmadığını tespit etmek de bu doğrultuda mümkün olacaktır. Aynı zamanda 1924 Anayasası ve takiben ortaya çıkan düzenlemelerin, 1939-45 arasındaki Türkiye’nin şartlarıyla birleştiğinde faşist uygulamalara neden olduğu açıktır. Hatta “toplama kampı” gibi uygulamaların dahi iç yollar yerine yabancı ülkelerden çekince yoluyla kaldırılması devletin “egemenlik” ilkesiyle bir çelişki içine düştüğünü gösterir niteliktedir. O dönemde yürürlükte olan 1924 Anayasasının “millet” mefhumunu bulanık bir alanda tanımlaması ve yeni yeni kurulmakta olan ulus-devletin hangi kavramsal alanda bu inşayı gerçekleştirmesi gerektiğinin de Anayasa vasıtasıyla belirlenmemesi günün sonunda Varlık Vergisi sorununun arka planında analiz edilebilir.
III: Servet Transferi ve Milli Burjuvazi
“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.” Başbakan Saraçoğlu’ndan beri görüyoruz ki her konuda ‘egemenliği Türk milletine tahsis etme’ isteğine paralel biçimde, servetin doğal yeniden dağıtımı yerine, Varlık Vergisi vasıtasıyla başka bir toplumsal katmana transferi öncelenmektedir. Saraçoğlu ve etrafının sahip olduğu, Cumhuriyetin modern ulus-devlet idealinin bu etnik-odaklı yorumu, halkın kendi içindeki sermaye vasıtasıyla ortaya çıkmış bir burjuva sınıfı yerine, majör etnik grubun içinden çıkan, tek kimlikli ve muteber bir burjuva sınıfını önceliyordu. Bu bağlamda, azınlıkların elinden haraç-mezat ile elden çıkan taşınmazların bir kısmını resmî kurumlar satın alırken en büyük payı ise Müslüman halk edindi. Bu kapsamlı servet transferini, Marksist anlamda devleti anlayan Khachaturian-FormLegal yorumuna göre yeniden okumaya teşebbüs edersek4 kapitalist toplumların (özellikle kuruluş aşamasında) sıklıkla düştüğü “edinim krizini” görmemiz mümkün olacaktır: Sınırlı miktardaki kapitalin, savaş şartları ve oturmamış ekonomik düzenden ötürü dolaşımının sekteye uğraması ve bu statik kapitali toplum içinde özdeş olarak kavranmayan/görülmeyen bir kesimin elinde tutması, diğer -potansiyel ve güncel- servet sahiplerini -ve tabi ki doğal müttefiki olan sanayi-sonrası devleti- provoke eder, neticede şiddet enstrümanları aracılığıyla sermaye el değiştirir. Ancak bu savın ekonomi-merkeziyetçiliği meselenin bütününü görmemizi engelleyebilir. Nitekim, Türkiye’nin “Türk devleti” olmak yönündeki değişimi aynı zamanda toplumsal alandaki ve Anayasa’daki Müslüman Türk mefhumunun yansısı olan millet idealinin de kamusal/siyasal sonucudur. Bu doğrultudaki geçmiş ve gelecek tecrübeleri 1915 ve 6-7 Eylül üzerinden okumak da mümkündür. Ayrıca bu servet transferinin, II. Dünya Savaşı’nın sonucu olarak hükümetlerin, devlet aygıtı vasıtasıyla kontrolünde olmayan değer-formlarını kendi elinde tutmak, muteber kesime teslim etmek amacıyla aksiyon aldığını ve bu aksiyonlara gerekçe/alan olarak anayasal düzeydeki bulanıklıkları, millet gibi söylemleri kullandığını söyleyebiliriz. Son olarak bu doğrultuda, Varlık Vergisi kanununun, Cumhuriyet’in sıklıkla kuramsallaştırmaya/kurumsallaştırmaya gayret ettiği milli burjuva ideali ile de ilintili olduğu analiz edilebilir.
IV: Sonuç
Türkiye’de ulus-devletin inşası, imparatorluk-sonrası devletlerin, sermayenin kullanımı, dağıtımı ve dolaşımına dair yaşadığı/yaşayacağı çoğu soruna gebeydi. Bununla beraber, vergilendirme hususunda ve devlet kurumları önünde eşitliği tayin edebilecek mekanizmaların tesis edilememesi, ulus-devlet retoriğinin “muteber, Müslüman ve Türk” bir kesimi önceler bir aparata dönüşmesi Varlık Vergisi pratiğinin nedenleri arasında okunabilir. Neticede kanunilik gibi ilkelerin açıkça ihlal edildiği, faşist bir uygulamayla vatandaşların mallarının, hatta canlarının ve özgürlüklerinin cebren elinden alındığı bu uygulama, devlet aygıtının ve devletin, halkla olan ekonomik ilişkilerinin evrensel esaslara göre düzenlenmediği durumlarda, tarihte başat örnekleriyle beraber açıkça gördüğümüz üzere ortaya çıkabilecek korkunç sonuçlara dair geniş bir portre çiziyor.
1 Aşkale Yolcuları Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, Rıdvan Akar, Doğan Kitap, 2009
2 Varlık Vergisi Faciası, Faik Ökte, Nebioğlu Y. İstanbul 1951
3 Akyazan, A.E., (2009). Vergilendirme Yetkisinin Türkiye’deki Gelişimi. TBB Dergisi, Sayı: 81, http://portal.ubap.org.tr/App_Themes/Dergi/2009-81-501.pdf, (Erişim Tarihi:27.06.2021).
4 “The State”, Rafael Khachaturian. Legal Form, 2020, https://legalform.blog/2020/06/29/the-state-rafael-khachaturian/. Accessed 27 June 2021.