Seçim tarihi yaklaştıkça Türkiye’de son iki yılın cevabı en çok merak edilen sorusu da iyice ağırlık kazandı: Muhalefetin Erdoğan’ın karşısına çıkaracağı aday kim olacak? Altılı Masa temsilcilerinden, özellikle de CHP’lilerden, son dönemde gelen açıklamalara bakılırsa bu adayın Kılıçdaroğlu olma ihtimali yüksek. Bu tercih birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Özellikle gençler arasında Kılıçdaroğlu adaylığına karşı sert bir muhalefet var gibi gözüküyor. Bu yazıda bazı muhalif seçmenlerin Kılıçdaroğlu adaylığına karşı olma nedenlerini ele alacağım. Bana kalırsa sunulan bu nedenlerin hiçbiri yalnız Kılıçdaroğlu özelinde geçerli olacak nedenler değil. Sonrasında ise bunların bir önemi olmadığından, çünkü adayın kim olduğunun seçim sonucunu belirlemede çok ufak bir etkisini olduğundan bahsedeceğim.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yapılan itirazları ben sonuç odaklı ve isim odaklı şeklinde iki kategoriye ayırabileceğimizi düşünüyorum. Sonuç odaklı itirazlar Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan karşısında seçimi kazanma şansının diğer potansiyel adaylara nazaran daha düşük olduğu iddiasından kaynaklanıyor. İsim odaklı itirazlar ise seçimin sonucu ne olursa olsun Kılıçdaroğlu’nun iyi bir cumhurbaşkanı adayı olmaması fikri etrafında şekilleniyor. Şimdi bu iki tip itirazı da ele alıp, her iki durumda da Kılıçdaroğlu’nun adı geçen diğer herhangi bir adaydan önemli ölçüde daha kötü olmadığını ifade etmeye çalışacağım. Fakat önce peşinen söylemek istiyorum, bu yazının temel iddiası Kılıçdaroğlu’nun iyi bir aday olduğu kesinlikle değil. Söylemek istediğim tek şey, eğer bütün mevzu birazdan bahsedeceğim sıklıkla dillendirilen kaygılarsa, Kılıçdaroğlu’nun yerine ismi geçen diğer adaylar da bu kaygıları gidermek konusunda pek de umut vadetmiyorlar. Hatta bunu bir adım ileri götürüp seçim siyasetinin bütün hâlinde herhangi bir umut vadetmediği gerçeğini konuşmamız gerekebilir.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığını tartışırken alternatif olarak adı geçen iki isim ön plana çıkıyor: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş. Özellikle son yerel seçimdeki başarıları ve sonrasında ortaya koydukları “siyasi performansla” bu ikili, birçok kişiye göre, Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi birer aday. Bu iddiayı az önce bahsettiğim iki kategorideki itirazlara göre ele almak istiyorum. Sonuç odaklı itirazların başında Kılıçdaroğlu’nun bugüne kadar Erdoğan karşısında sürekli hezimete uğramış olması geliyor. Kamuoyuna göre bunun birçok nedeni var: Kılıçdaroğlu seçim kazanmak için gerekli olan karizmaya sahip değil. Ya da popüler deyimlerle, kendisinde liderlik vasfı yok veyahut kendisi “winner” değil. Özellikle gençleri etkileme konusunda bir türlü başarılı olabilmiş değil. Bir başka neden ise Kılıçdaroğlu’nun bugüne kadar yaptığı birçok gaftan sonra zayıf bir imaj çizmesi. Kimilerine göre Kılıçdaroğlu çoktan miadını doldurmuş bir siyasetçi ve bu noktadan sonra bir geri dönüş yapması mümkün değil. Son olaraksa Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliği nedeniyle toplumun belli kesimlerinden hiçbir koşulda oy alamayacağı iddiası. Tüm bu nedenlerden dolayı Kılıçdaroğlu’nun adaylığının “son derece kritik” 2023 seçimlerini riske atacak bir hata olduğu inancı hâkim. Hatta birçokları 2023 seçimini Erdoğan’ın kaybetmesine kesin gözüyle bakarken, aksi ihtimalin ancak ve ancak Kılıçdaroğlu adaylığında mümkün olabileceğini öngörüyor.
Bana sorarsanız bu sonuç odaklı itirazların en azından bir nebze de olsa haklılık payı bulunuyor. Yavaş’ın Melih Gökçek gibi bir siyaset böceği karşısında dahi almış olduğu mağlubiyet akıllarda fakat özellikle İmamoğlu bu konuda Kılıçdaroğlu’nun önünde gözüküyor. Tabii burada 2014 ve 2019 Türkiyelerinin siyasi bağlamlarının ne kadar farklı olduğunu da unutmamak gerek. Yine de İmamoğlu’nun 2014’te dahi Beylikdüzü’nü AKP’den almış olması bir seçim başarısı sayılabilir. Yine İmamoğlu’nun iki kere kazandığı İstanbul seçimleri için Kılıçdaroğlu’nun hiç sahip olmadığı büyük çaplı seçim galibiyeti yorumları yapılabilir. Fakat birkaç Beylikdüzü sakini ve Trabzonspor taraftarı dışında kimse İmamoğlu’nun kim olduğunu bilmezken 2017’de İstanbul’dan referandumda “Hayır” oyu çıkmasını kime mâl edeceğiz? İmamoğlu’nun 2019 zaferinin ne kadarının kendisinin İmamoğlu olduğu için, ne kadarının Millet İttifakı’nın adayı olduğu için geldiğini düşünmekte fayda var. Eğer adaylık mevzusuna sonuç odaklı yaklaşıyorsak pragmatik bir akıl yürütme ortaya koymak zorundayız. İmamoğlu’nun Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi bir aday olması otomatik olarak daha iyi bir sonuç alacağı argümanını doğurmaz. Eğer tek umursadığımız seçim sonucuysa, kendimize sormamız gereken doğru soru şudur: İkinci turda İmamoğlu-Erdoğan eşleşmesinde İmamoğlu’na oy verecek hangi seçmen Kılıçdaroğlu-Erdoğan eşleşmesinde Kılıçdaroğlu’na oy vermez? Eğer bu grubun seçim sonucunu Millet İttifakı lehinden Cumhur İttifakı lehine dönüştürecek kadar büyük olduğunu düşünmüyorsanız, sonuç odaklı sunulan hiçbir argümanın geçerli olamayacağını mantıken kabul etmeniz gerekiyor.
İkinci itiraz kategorisi ise sonuçtan bağımsız Kılıçdaroğlu’na idealler düzeyinde karşı çıkılması. Buna örnek olarak Kılıçdaroğlu’nun siyasi olarak kendini sermaye düzenine ve muhafazakâr gericiliğe çok yakın konumlandırması eleştirisi verilebilir. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, emek mücadelesinin şeytanlaştırılması ve baskılanması, kuir bireylerin maruz kaldığı şiddet, tarikat ve cemaatlerde hüküm süren çocuk istismarı ve daha birçok konuda Kılıçdaroğlu’nun yeterli tepkiyi gösterememesi adaylığıyla ilgili büyük soru işaretleri uyandırıyor. Bana sorarsanız bu çerçeveden yapılan itirazlar seçim hesapları temelli itirazlardan çok daha değerli ve isabetli. Fakat bir sorun var ki, İmamoğlu veya Yavaş’ın bu kaygılar ele alındığında Kılıçdaroğlu’ndan daha çok umut vadeden bir resim çizmesi mümkün bile değil. Yavaş’ın ODTÜ öğrencilerini polise dövdürtmekten kadroları kafatasçı faşistlerle doldurmasına, İmamoğlu’nun muhafazakâr çizgisinden İstanbul’u ayrıcalıklı sınıfa cennet ve yoksula cehenneme çeviren şehir politikalarına kadar bu iki isme dair her şey büyük bir alarm veriyor. Dolayısıyla seçimin sonucundan ziyade oy verdiği adayın çizgisine odaklanmayı önceleyen seçmenin kendisine bu ikiliden farklı bir isim araması zaruri gözüküyor. Şahsen ben 2018’de Muharrem İnce yerine Selahattin Demirtaş’a ve 2019’da Mansur Yavaş yerine Fatma Korur’a oy verdiğim için, seçimin sonucu ne olursa olsun, vicdanen bir parça daha rahat hissettiğimi söylemeliyim. Oy verdiğim iki aday da kendi siyasi çizgimin dışında kalsa da aradaki görüş farkı diğer ana akım muhalefet adaylarına kıyasla çok daha tolere edilebilirdi. Yani demem o ki seçim siyasetinde uzlaşı ve fedakârlık mümkün ama bunun da bir sınırı var.
Özetleyelim: Sonuca da kişiye de odaklansanız, Kılıçdaroğlu’nun değil de İmamoğlu ya da Yavaş’ın aday olmasının herhangi bir anlamı ve önemi yok. İçinde bulunduğumuz siyasi gerçeklikte Millet İttifakı seçmeninin adaya göre tavır alacak ne sağlam bir siyasi profili ne de etkili bir oy sayısı mevcut. Kılıçdaroğlu’na en büyük eleştirileri yapanlar da seçim günü geldiğinde tıpış tıpış gidip utanmadan oylarını basacaklar. Bunu Türkiye siyasetiyle birazcık haşır neşir olan herkes biliyor. Fakat bunun da bir önemi yok. Millet İttifakı adayının seçimi kazanıp kazanmayacağını Cumhur İttifakı seçmeni belirleyecek. Eğer Erdoğan hükümeti önümüzdeki beş ayda enflasyonu, hayat pahalılığını, kur yükselişlerini, alım gücü kaybını ve geçim sıkıntısını hafifletmeyi, geçici bir şekilde de olsa, başarırsa bu seçimden de galip çıkması oldukça olası gözüküyor. Tabii Türkiye’deki ekonomik krizin derinliğine bakılırsa bu kısa vadede çok zor olacak.
Peki diyelim Erdoğan başaramadı ve sandıktan Millet İttifakı’nın adayı çıktı. Bunun bir önemi var mı? Bana sorarsanız, iki nedenden dolayı, bunun da önemi yok. Birinci neden için ABD’deki Trump ve Brezilya’daki Bolsonaro örneklerine bakmak yeterli olacaktır. Türkiye demokrasisi bu iki ülkeye de kıyasla daha kırılgan ve az oturmuş durumda. Olası bir seçim kaybında Türkiye’nin demokratik yapı ve kurumlarına karşı açılacak savaşın tahribatı çok daha büyük olacaktır. İkinci neden ise, Erdoğan ve destekçileri yenilgiyi kabullenip ortamı terk etseler bile, sandıktan çıkacak hiçbir aday Türkiye’de kadınların, emekçilerin, ezilenlerin ve baskılananların sorunlarına kalıcı ve kökten çözümler sunamayacaktır.