Bildiğiniz gibi bu yazıdan kısa bir süre önce internete piyano çalan kurye ile ilgili kısa bir video düştü ve birkaç gün boyunca gündem oldu. Aynı akıbeti, eşine sabah kahvaltısı hazırlayan bir kadının kısa videosu da yaşadı. İki video da derinine analiz edildi. İlk videodaki gencin, okumuş, ancak iş bulamamış, kültürlü ancak ülke şartlarından dolayı kurye olmak zorunda kalmış biri olduğu varsayıldı ve sisteme lanet edildi. İkinci videodaki kadın ise, ekonomik bağımsızlığı olmayan ve eşine yedi yirmi dört hizmet etmek zorunda kalan bir kadın olarak görüldü ve ataerkiye sövüldü. Sonra bilgi toplanmaya başlandı ya da ilgililer açıklama yaptılar. Genç kurye, kendi isteğiyle internetten video izleyerek piyano çalmayı, keyif için öğrendiğini beyan etti. Eşine kahvaltı hazırlayan kadın, iş güç sahibi olduğunu, eşinin zor zamanlarında yanında olduğunu, eşine zorla değil keyifle kahvaltı hazırladığını, eşini sevdiğini açıkladı. Bunun üzerine ilk izlenimde olumsuz çıkarımda bulunanlar linçlenmeye başlandı. Yetmedi yan yorumcular çıktılar. Gencin o kadar da iyi piyano çalmadığı, pek yetenekli de olmadığı, dolayısıyla neden bu kadar destek gördüğü, destek görmesi gereken birçok insana haksızlık yapıldığı söylendi. Kadınınsa videolarda hazırladıklarının çok da bir şey ifade etmediği, zaten video çekilirken günün aydınlanmasından da anlaşılabileceği gibi saatin o kadar erken olmadığı eleştirisi getirildi.
Böylece oldukça sıradan iki eylem gerçekleştiren iki insan, üç beş gün boyunca binlerce insan tarafından eleştirildiler, incelendiler, masaya yatırıldılar, sonra onları inceleyenler eleştirildi, eleştirenler linçlendi, linçlenenler aklandı ve bu böyle sürdü ta ki gündem Davutoğlu’nun çıkışlarıyla yön değiştirene kadar.
Falda, daha doğrusu metafizik inançta her şeye anlam yüklemek gibi bir eğilim vardır. Yolda yürürken kişinin önüne bir kuş tüyü savrulur, kişi bunu evrenden mesaj olarak alır. İki gün üst üste aynı rakamı tekrarlayacak şekilde görürse, bunun meleklerin onunla temasa geçmeye çalıştığına bir delalet olduğunu düşünür. İşleri yolunda gitmezse, daha iyisi için kaderin ağlarını ördüğünü varsayar ya da işler yolunda giderse, filanca zamanda yaptığı iyilikler, yüzleşmeler ya da bedel ödemeler neticesinde buna nail olduğunu düşünür. Majik düşünmede her şey bir anlama gelir ve her şey bir anlamlar bütünü içinde yorumlanır. Kişi bu anlam bütünlüğü içinde davranışlarını zorlanımlı tekrarlar halinde düzenler. “Her tüy gördüğümde bir dilek dilemeliyim”, “her numara tekrarında şükretmeliyim”, “gökte gündüz vakti ay çıktığında işler ters gidebilir, o gün dikkatli olmalıyım”, “evrenin mesajlarına ve desteğine saygısızlık yapmamalı, onun buyruklarından çıkmamalıyım”, “kötü alametler çıktığında kendimi kısıtlamalıyım” gibi, -malı, -meli’ler içine sıkışmış bir hayatla kişi, arzularının sorumluluğunu aldığı, eyleme geçtiği, sonucu gördüğü ve sonucu göğüslediği bir yaşamdansa, arzularını bastırmak için yarattığı bir aşırı anlamlar dünyasında (çünkü arzusunun ona zarar getireceğine dair bir inancı vardır) obsesif-kompulsif klikler içine sıkışır.
Şimdi biz bunu tüyde yapmayıp piyano çalan kurye ya da eşine kahvaltı hazırlayan kadın videosunda yapınca daha bilge, daha seküler ya da daha özgür karakterler olmuyoruz.
Bir tüyün, sadece bir tüy olması gibi, piyano çalan bir kurye de yalnızca piyano çalan bir kurye ve eşine kahvaltı hazırlayan kadın da yalnızca eşine kahvaltı hazırlayan bir kadın olabilir. Ama bizim için öyle değil. Bizler için, hayata baktığımız perspektiften (aynı ezoterik inançlarda, majik düşünmelerde olduğu gibi) hepsi bir anlam yumağı. Hepsi bir manaya geliyor ve takıntılarımızı kuvvetlendiriyor. Şimdi buna birçokları, gerinerek ve gururla “politik olmak” diyebilir. Ancak politik olmakla fanatik olmak, görüş sahibi olmakla takıntılı ve tahammülsüz olmak arasındaki ayrımı görebildiğimizden geçekten emin miyiz?
Eşine kahvaltı hazırlayan bir kadın videosunda daima ve illa ki ezilen, işkence gören, zavallı çaresiz bir kadın ve gaddar bir erkek görmek (çoğunlukla durum bu olabilse bile), bu görüntü üzerine histeri krizi geçirmek ve bunu mutlaka evlenmemek ya da birine asla kahvaltı hazırlamamak gibi zorlanımlı bir davranış örüntüsüne dökmek, başkası dökmeyince “onun hayatı” deyip geçememek, onu da düzeltme ihtiyacı duymak, onun öyle olmasından kaygı duymak, mutlak kontrol talep etmek (hiç değilse içten içe), bu olamayınca yenilmiş, sinirlenmiş ve çaresiz, sıkıntılı hissetmek, politik olmak mıdır yoksa zorlanımlı düşünce- takıntılı davranış, kontrol gerçekleşemediği için bunaltı geçirmek midir?
Bu dünyada eşiyle mutlu, ona severek kahvaltı hazırlayan ve eşi düzgün kadınları nereye koyacağız eğer her şeyi zorlanımlı olarak ezilen kadın perspektifinden görürsek?
Ya da bu dünyada hırsı, isteği az olduğu için kurye olan ama piyano çalmayı da bilen, bir kişi dahi olsa, onu nereye koyacağız? Eğer her düşük profil işte çalışanı orada olmak istemeyen, ona mecbur kalan, imkânı olsa yüksek lisans yapacak (ya da yapmış), Bebek’te oturmayı isteyen biri sanırsak? Şahsen eğer bir market çalışanı olarak işçi haklarıma sahip olabilecek ve aldığım parayla geçinebilecek olsaydım, ben evimin elli metre ötesinde bulunan markette çalışır, kalan zamanda doktoramı, canım istiyor diye yapardım. Bu yaşıma kadar Bebek’te oturma arzum olmadı, düzgün işçi şartları senaryosunda hiç olmazdı.
Elbette böyle durumda olan insanlar da var ve Türkiye’de hiç de az değiller. Ülkenin şartları iyi değil ve bundan dolayı hayatı bir trajediye dönmüş çok fazla insan var (ki ben de onlardan biriyim) ancak bir böyle olasılığı bile kaçırma korkusuyla her senaryoyu büyük anlamlar yükleyerek ele almak, tam da kontrol dışı olandan tedirgin olan, bu yüzden hiçbir açık bırakmak istemeyen, her tetiklenmede ritüellerini zorlanımlı biçimde dönen obsesif-kompülsif için de durum böyledir. Ona “bir tüyü de sıradan bir tüy olarak değerlendir, bir kere de ışığı iki kere açıp kapatma, elini bir kere yıkama, bir kerecik olsun gıdaların içeriğine bakma; bir kez es ver? Bir şeye anlam yüklememe riskini bir kez al, ne olacak?” derseniz size söyleyeceği şey: (elbette kendinin biraz farkındaysa) “mantıklı düşünürsem bir kere yapmasam bir şey olmayacağını, her şeyin illa risk barındırmadığını biliyorum ancak elimde değil, her seferinde “ya bu sefer elimi yıkamadığım için mikrop kaparsam?” diye düşünürken buluyorum ve yine bir el yıkamayı çok ciddiye alarak, istem dışı da olsa o eli yıkıyorum ve böylece (öyle olmasa bile) çok büyük bir tehlikeyi bertaraf ettiğimi hissediyorum” diyecektir.
Politik, duyarlı, bilinçli ve örgütlü müyüz yoksa histerimizle başa çıkmanın bir yolu olarak gittikçe daha fazla obsesif-kompulsif eğilimler geliştiriyor ve kendimizi gündemimizle günbegün daha fazla sıkıştırıyor, boğuyor muyuz?
Düşünmekte fayda var.