Yaşayamayanların Ülkesi

*Dönemdaşım sevgili Ege Okant anısına…

“Ben hep şans eseri yaşadım. Şanslı olduğum için. Siz de öyle. Ama ölenler şanssız oldukları için ölmediler. Ölenler, onları korumakla yükümlü olanların sorumsuzlukları yüzünden, yanlış politikaları yüzünden, vurdumduymazlıkları yüzünden ve hatta belki de kimi zaman göz yummaları yüzünden öldüler. Ölenler, erk sahiplerinin yalnızca kendi çıkarlarını gözetmeleri yüzünden öldüler.”

Size bu satırlarla seslenmiştim sevgili okur, 13 Kasım 2022’de İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen bombalı saldırının ardından.[1] Bu yazıyı ise yine aynı öfkeyle 26 Şubat 2023 Pazar gecesi yazıyorum, 6 Şubat depreminin ardından. Yirmi gündür kaç defa oturdum bilgisayarın başına bu yazıyı yazabilmek için inanın bilmiyorum. Yazdım, sildim. Sildim ve tekrar yazdım. Öfkelendim. Küfrettim. Ağladım. Bir sigara yakıp kafamı toparlamaya çalıştım. Sonra tekrar öfkelendim ve aynı hisleri ve tepkileri sırasıyla tekrar verdim. Editörüm Kağan, ajandayı ve tarihi netleştirebilmek için mesaj attığında da emin değildim neyi nasıl yazacağımdan.

Kaybettiğimiz her bir canın ağırlığı var omuzlarımda ve ben bununla nasıl baş edebilirim, bilmiyorum. Ben bu 6 Şubat’ta yeni yaşıma, bir sonraki doğum günlerini kutlama hakları ellerinden alınan on binlerce canın hesabını sormanın sorumluluğunun ağırlığıyla girdim. “Şanslı olduğum için” işte, bilirsiniz. Daha kaç kişinin canının hesabını sorma sorumluluğunu taşıyabilirim, bilmiyorum. Ben artık sormam, sormamız gereken hesapların ağırlığı altında eziliyorum.

TDK, çaresizliği “çaresiz olma durumu”, çaresizi ise “çare bulamayan zavallı (kimse)” olarak tanımlıyor. Fakat bana sorarsanız çaresizlik, telefonun öteki ucunda size “ne olur xxx apartmanına birilerini gönderin, kız arkadaşım enkazda” diye yalvaran sese “Özür dilerim, böyle bir imkânım yok. Yalnızca harita çıkarmaya çalışıyoruz. Elimizden geldiğinde çabuk bir şekilde yetkililere ileteceğiz” cevabını vermek zorunda kalmakmış. Çaresizler, bu koca çaresizliğin içine itilmiş telefonun iki ucunda birbirini tanımayan ve muhtemelen hayatları boyunca da hiç karşılaşmayacak olan kişilermiş.

Çaresizlik, altından ses gelen enkazların bilgilerini toplamaya çalışırken tüm bilgi akışının bıçak gibi kesildiği anda yaşananmış. Çaresizler, enkaz başından telefon numarası ulaştırmaya çalışan ile bu numaraya ulaşmaya çalışanlarmış.

En büyük çaresizler; bir banka kasası, bir moloz yığını, itibar savaşı ve siyasi çıkarlar kadar değeri olmayanlar; yani dirilerine bir çadır, ölülerine bir kefen ulaştıramayan bizlermişiz.

Özür dilerim sevgili okur. Daha öfkeli, daha harekete geçirici satırlarla gelebilmek isterdim önünüze. Bu konuda evimiz arete’deki diğer arkadaşlarıma sırtımı dayıyor, onların öfkelerini ve üzüntülerini benden daha iyi harmanlayıp hesap sormaya hiç vakit kaybetmeden başlayabileceklerine güveniyorum.

Ben de hesap soracağım. Ben de bugüne kadar aramızdan aldıkları her bir canın hesabını soracağım. Fakat şu an, bu satırları yazarken yalnızca koca bir hüzün var içimde.

Hoşça kal, sevgili okur.


[1] Şans Eseri Yaşamaların Ülkesi

Öne çıkan görsel: Kazım Kızıl.

Bilge Büyükkasap

Bilge Büyükkasap

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.