“Turist şehri” İstanbul’un “göz bebeği” Karaköy’de yapılan “mega proje”nin kamusal reklamı “Şehir Senin, Deniz Senin” olmuştu. 2017’de İstanbul’a yerleştiğimde Karaköy’de sahilde yürümeye çalışırken yoluma çıkan ve sahil yolunu kesen inşaatın önünde bu slogan karşımda duruyordu. Bu slogana da “Tarih Senin, Gelecek Senin” eşlik ediyordu. Genç bir mimarlık öğrencisi olarak şehrin en karmaşık ve katmanlı bölgelerinden birinde bu denli bir yıkıma şahit olmak hüzün vericiydi. Öyle ki daha Karaköy Yolcu Salonu’nu görememiştim. Bir daha da göremeyecektim. Üniversiteden bazı dostlarımsa projenin Karaköy’e özgü olan ögelerinin nasıl yok edildiğini tartışmaktansa, diplomaları için yapacakları zorunlu stajı Galataport’taki şantiyelerde ayarlamakla meşgullerdi. Karaköy Meydanı’nın köşesinden bize doğrultulan bu afişlerdeki sloganlara hepimiz inandırılmış gibiydik.
2021 yılında Galataport’un açılmasıyla birlikte projenin verdiği “kamuya açık kıyı” sözü tekrar tartışma konusu oldu. Kruvaziyer gemilerle şehre giriş yapan turistlerin nezdinde yeniden işlevlendirilmiş antrepo yapıları ve yıldız mimarların elinden çıkma iki adet sanat müzesi. 29 Ekim’de açılan Galataport, yeni Türkiye’nin ve yeni İstanbul’un yüzü olmaya yönetimler tarafından zorlanmış bir proje olarak, reklamını yaptığı samimiyet ve kentsel erişilebilirlik yaklaşımlarından oldukça uzakta. Sahil şeridine ulaşmak için güvenlikten geçmeniz gerekiyor. Aynı zamanda Galataport günün belirli saatlerinde hizmet veriyor. Bu da demek oluyor ki Galataport aslında belirli vakitlerde, belirli koşullarda kamusal bir mekan. Lüks markaların ve restoranların konuşlandığı yapılar ise, halkın vakit geçireceği mekanlar olmaktan ziyade, önünden geçip gideceği, etkileşimden uzak, ıssız ve soğuk vitrinler olmakla kalıyor. Nazarımca yeni müzeler için de benzer sözler söylemek mümkün. Sahil şeridiyle ilişki kurmaktan ziyade iç kurguya önem verilmiş, bölgenin endüstriyel mirasını yerinden edip kendini var eden yapılar bunlar. Bu sorumluluk ışığında, tariflenen mekanlar endüstriyel kimlikle aynı parseli işgal etmekten öteye geçemiyor.
Son zamanlarda ise, Galataport’un hemen yanında bulunan ve proje kapsamında birden fazla binayı satın alıp işletmeye açan bir otel zincirinin yapı önündeki kıyı şeridini “denize nazır havuz” yapması gerekçesiyle kapatması gündem oldu. Projenin aslında verilen “kesintisiz” sahil yolunun asılsız olması beni şaşırtmadı. Nitekim, Galataport’un böyle bir durum teşkil edeceği neredeyse 2000’lerin başından beri aşikardı. Proje hakkında yapılan ilk basın açıklamalarından itibaren ülkedeki mimar ve şehir plancıları Karaköy’ün “kamu yararı” adı altında özelleştirileceği sebebiyle Galataport’u protesto etmişti, bir kısmı hala etmekte. Kıyı Kanunu çerçevesinde anayasaya aykırı olan bu durum, şirketlerin insiyatifinde göz ardı ediliyor.
İstanbul’un bir turist şehri olduğu doğru. Beyoğlu da turistik açıdan tarihi yarımadadan sonra İstanbul’un en önemli durağı. Fakat unutulan bir konu var, o da Karaköy’ün turistik cazibesinin otantikliğinden gelmesi. Karaköy’ü ilginç kılanlar, zamanla biriken aktörler ve beklenmedik karşılaşmalardan oluşuyor. Tavernaların yerini nalburlara bıraktığı, son zamanlarda kafelerin yeşermeye başladığı, birçok farklı kimlik ve fonksiyonu bir arada barındıran bir kent parçası. Turizmi algılayışımız bu noktada önemli. Yeni Türkiye’de turizm şehrin para harcanacak etkinlikleri üzerinden tanımlanıyor. Halbuki Karaköy böyle bir duruma gelmek zorunda değildi. Kruvaziyer gemilerinden inip lüks markalardan alışveriş yapmak isteyen turistler taksiye atlayıp Nişantaşı’nın yolunu tutabilirlerdi. Galataport ise daha sosyal, yeşil ve rekreasyona açık bir proje olarak tasarlanabilirdi.
Keşkelerle dolu kent belleğimize bir keşke daha eklemek hiç içimden gelmiyor. Galataport başından beri tartışmalı ve sancılı bir süreçti. Projenin bu doğrultuda kamuoyuna erişilebilir olma vaadi ise tartışmaları susturmak amacıyla yapılmış bir manipülasyon hamlesinden başka bir şey değil. Peki, sahil şeridine yapılacak bu müdahalenin önüne geçmek mümkün değil mi?
Soruma cevap olarak İBB’yi öne sürüyorum. Geçtiğimiz sene boyunca sahil şeridinde usulsüzce yer kaplayan işletmelerin kaldırılmasına şahit olduk. Aynı müdahale bu otel öznesinde de geçerli olmalı. Kent suçu kim tarafından yapıldığına bakılmaksızın kent suçudur.
Herkesin eşit şekilde yararlanabileceği kamusal mekanlara sahip olmak kent hakkıdır. Suyla olan ilişkisi eşsiz olan İstanbul’da ise kıyı erişiminin kısıtlanması mümkün olmamalıdır. Deniz madem bizim, bizim kalmalıdır.