Kurdun Dişine Kan Değince Yapılması Gerekenler Rehberi

Nasıl:

Panoptikon bir hapishane modelidir. Jeremy Bentham tarafından 1785 yılında tasarlanan bu hapishane modelinin ana özelliği “gözetleme” kavramıyla kurduğu tuhaf ilişkide saklıdır. Gelin bu absürt ilişkiye bir göz atalım: Öncelikle bir halka şeklinde tasarlanan çok katlı bir hapishane düşünelim. Bu hapishanede mahkumların her biri bir hücrede kalıyor olsunlar ve yine her biri bulundukları açı gereği diğer tüm mahkumları seyredebiliyor olsunlar. Bu halkanın tam ortasında da mahkumlar tarafından görülemeyen bir gözetleme noktası bulunsun. Mahkumlar ne yapsın, her zaman izleniyormuşçasına hareket etmekten başka bir şansları bu durumda bulunmuyordur. Dolayısıyla her mahkûm kendi hareketlerinden sorumlu biçimde davranmak zorunda yaşayacaktır, yoksa her an cezalandırılabilir. İşte bu hapishane öyle bir hapishane olsun.

Kim:

Bu hapishanenin mahkumları yüzyıllardır birlikte yaşayan -ve bir o kadar da yaşayamayan- insanlardan oluşsun. Lakin bu kadar insanın bir arada yaşayabilmesi ve gözetleme kulesinden haberdar olamaması için ortak bir dil konuşabilmeleri gereksin. Bu dil mahkumlarının büyük bir bölümünün birlikte hareket etmelerini sağlasın ki otorite endişelendiği zaman onları bu dille konuşmaya çağırsın ve raison d’etre, yani var olma sebebi (bizim buralarda “hikmet-i hükümet” de derler), ortaya çıksın. İşte bu mahkumlar o mahkumlar olsun.

Nerede:

Bu modelde bir hapishaneyi ele alalım. Bu hapishane öyle bir coğrafyada olsun ki o coğrafyanın enerjik doğal kaynakları olmasın, dolayısıyla üzerinde kolay kolay bildiğimiz türden krallıklar inşa edilemesin. Ancak bu ülkenin belki de dünyada onu o ligde birinci sıraya yerleştirecek farklı bir kaynağı olsun: Jeopolitik konumu. Bu konum sayesinde o hapishane dünyanın cennetine bir geçit rolü üstlensin ve gözetleme kulesi bu jeopolitik konumu gerektiğinde satabiliyor olsun. Kimi zaman dışarıya satıp karşılığında para kazansın kimi zaman içeriye satıp tebaasını kendi hizasında çizgiye çekebiliyor olsun. Bir de bir şeye kızdığı zaman hemen dibinde sataşabileceği, her şeyin acısını çıkarabileceği başka hapishaneler olsun. Başka hapishaneleri sevmeyiz tabii, hayat rekabetçidir ya, en iyi hapishane bizim hapishanemiz olmalı. İşte bu konum orada bir konum olsun.

Ne zaman:

Gel zaman git zaman, bir gün olaylar gelişmiş olsun. Bu hapishanenin mahkumlarının bir bölümü “burada kule gibi bir şey var, bu bizi gözetleyebiliyor her yerden ama sanki azıcık kurcalarsak, gözlerimizi biraz açarsak sanırım bu kuleyi biz de görebiliyormuşuz” desinler. Bir de tüm mahkumlar birbirlerini görüyorlardı ya, otoriteyi en çok sarsacak şeyi bilerek ya da bilmeyerek yapabilirler: Örgütlenmek! Dolayısıyla kule onları bu en büyük suçtan cezalandırabilir, sonucunda da herkes yanabilir. Öyleyse tam bu zaman, kule farkına varıldığını anladığı anda bir şeyler bulmalı, bir şekilde var oluşunu; gerekirse en güçlü silahını kuşanarak, en kullanışlı maskesini takarak ya da kılıç kalkanlı şiddet tekelini (!) göstererek herkese hatırlatmalı. İşte bu zaman öyle bir zaman olsun. 

Neden:

Otoritenin ipleri elinden kaybetmemesi için aynı dili konuşturduğu mahkumlardan müteşekkil bu Panoptikon’da otoritenin fark edilmeye ve o kadar da ahım şahım bir şey olmadığının mahkumlar tarafından anlaşılmaya başladığı bir anda, tehlike alarmları çalmaya başlamıştır. Şimdi kulenin bir şeyler yapması gerektiği her halinden bellidir. Demiştik ya bizim -yerli ve milli diyelim buna- Panoptikon hapishanesinin bir eli dünyanın cennetine değiyordu; o zaman kule hapishanedeki varlığını gizlemeye, yani otoritesini korumaya devam edebilmesi için elinde iki yol olduğunu aniden fark etmelidir. Ya malum nimeti olan jeopolitik konumunu dışarıya satacaktır ya da dışarıya değil içeriye satıp ahaliyi temiz bir hizaya getirecektir. Şimdi; gelgelelim birincisini yıllarca yapmış olsun, alacağını almış ve hafiften de foyası ortaya çıkmış olsun. İkincisini ise daha önce sadece birkaç kez denemiş ve hepsinde de başarılı olmuş olsun. Zamanı geldi! Panoptikon, mahkumlara sesleniyor: “Siz; size öğrettiğimiz o dili konuşacaksınız, biz de size konuştuğunuz dilin sizi ne kadar gururlandıracağını ispatlayacağız. İşte bu da öyle bir sebep olsun ki kuleye “Savaş zamanı geldi mahkumlar; jeopolitik konumumu size satacağım çünkü beni fark etmeye başlıyorsunuz!” dedirtsin.

Ne:

Geldik sona, şimdi ne olacak? Sıra mahkumlara geçmiş bulunuyor ve önlerinde keskin ayrımları olan iki farklı yol var: Ya bir kez daha gözetleyicilerin onlara konuşturtmak istedikleri dili konuşacaklar -ki bu yolda da herhangi bir insanın anlamasını sağlayacak nicelikte tecrübeleri bulunuyor- ya da bu sefer farklı olanı yapacaklar ve kulenin çağrısına katılmayacaklar. Bunun yerine ne mi yapacaklar? Sırasıyla; “bana atadığın rolü artık oynamıyor, senin bana konuşturmak istediğin dili bir kez daha konuşmuyor ve risk alıyorum” diyecekler, devamında ise Panoptikon’un mahkûmu oldukları için övünmeyi bırakıp gözetleyicilere itaat etmeyecekler. Daha sonra, kulenin görünebildiğine dair barındırdıkları mükemmel şüphenin izinden gidecekler. En sonunda da büyük bir bölümünü aslında bilmeyip çok azını uzaktan gördükleri cennete bir yolunu bulup hep birlikte uzanacaklar. Ne mi olsun? Dilerim ki yerli ve milli Panoptikonumuzun çok kıymetli mahkumlarının bu sefer yapacakları şey bu olsun.

Kağan Sarıkaya

Kağan Sarıkaya

arete E-Bülten Aboneliği

Haftalık E-Bültenimize abone olun, her pazar günü bir önceki haftanın içeriklerinden derlediğimiz mail e-posta kutunuzda olsun.